Prof. Dr. Yılmaz Emre

Prof. Dr. Yılmaz Emre

[email protected]

Gönlü Bizde Kalanlar VII Öğretmenimiz: Hüseyin Özoğul

17 Ocak 2021 - 12:08



Siverek’te keskin kutuplaşmanın olduğu bir dönemde kendi halimizde ve samimi duygularla yaşıyorduk. Bu arada fikri zenginliğe tahammülü olmayan şovenist bazı kendini bilmezlerin tahakkümüne de maruz kalıyorduk. Birbirimizle konuşacağımıza, anlaşacağımıza sürekli birilerinin baskı ve tehditleriyle karşılaşıyorduk. Zaten fikri yapımıza sahip olan kişi fazla değildi. İki elin parmakları kadardık. Ama samimi ve inançlıydık. Birilerinin istediği parçalanma fikirlerinin yanında değildik. “Eskimez Yenin” bizi yücelteceğini ve ülkemize baharları getireceğine inanıyorduk. Bu samimiyet ve uhuvvet duyguları içinde geleceğe ümitle bakıyorduk. Hep hayal ettiğimiz bir dernek veya vakıf lokalimiz de yoktu. Ancak sonradan Mahmut Yüksekkaya’nın gayretleriyle Kasaplar Çarşısının tam karşısında Köranlara ait mekân kiralanmış ve "Din Görevlileri Lokali " olarak faaliyetine başlamıştı. Sadece çay veriliyor ve o çayın eşliğinde güzel sohbetler yapılıyordu. Gazetelerimiz "Milli Gazete" ve "Yeni Devir" ile bazı dergileri birlikte okuyabiliyorduk. Hasılı bir aidiyet duygusuyla gençliğimizin güzel bir dönemini geçiriyorduk.


Hele Üniversite'ye gitme hayalimiz bizi oldukça heyecanlandırıyordu. Bu süreçte bizim gibi düşünen, aynı perspektiflere sahip nitelikli ve samimi insanlar da farklı görevlerle ilçemize tayin oluyor ve bizi mutlu kılıyorlardı. Gelen insanlar Anadolu’nun farklı illerinden ve inanç yönünden Anadolu ruhuna sahiplerdi. Hepsi mesleklerinde başarılı ve ileri düşünceleriyle bize rol-model olabilecek samimi insanlardı. Biz de gerek okulda ve gerekse dışarıda saygıda kusur etmiyor, başarılı olmanın gayretini gösteriyorduk. Sınıflarımızdaki en çalışkan öğrenciler bizdik. En yüksek skorları biz alıyorduk. Öyle ki Şehmus Özkaynak Hocamız bir gün öğretmenler odasında "Terbiye bu çocuklarda, çalışkanlık bu çocuklarda.." ifadesini kullanmış. Biz, bu kıdemli öğretmenin övgüsünü duyduğumuzda oldukça sevinmiştik. O zorlu şartlarda inadına öğretmenlik yapan cesur bir yürekten bahsetmemek haksızlık olur.


Sıcak bir Ağustos gününde (1975) ilçemizde göreve başlayan Hüseyin Hoca, yeşille iç içe, engebeli bir coğrafyaya sahip ve manevi yönden oldukça seviyeli bir ilçemiz olan Bor’da doğdu. Bor benim için kıymeti olan bir ilçe.. Lise son sınıfta bir arkadaşım vardı adı Mustafa Göngör…Sonra Hüseyin Hoca’yı tanıdım.. Daha sonra da Hüseyin Turgut isminde bir ziraat mühendisi arkadaşım oldu..Hepsi özellikleri olan ve "omurgalı" insanlardı.. Öyle ki zaman zaman onları bulurum diye arayışlarım oldu.. Nitekim 1976 yılında Mustafa Göngür’ü ziyaret etmek istedim. Üniversite ön kayıtları için Adana’ya gitmiştim. İşim olumsuz sonuçlanmıştı. Eski Adana Otogarına geldiğimde bu fikirim oluştu. Bir anda Bor’a giden bir minibüsten   yolcu bileti aldım. Parasını da ödedim..Bir süreliğine yazıhanenin önünde ayrıldım.. Döndüğüm de minibüs hareket etmişti. O zaman çok ihtiyacım olmasına rağmen bilet paramı da geri ödemediler. Sonra "Tilkinin dönüp dolanacağı yer kürkçü dükkânıdır" kuralına uyarak İlçeme geri dönmüştüm.


Yıllar sonra Kayınpederimin Niğde’ye yerleşmesi üzerine hem Hüseyin Hocamla görüştüm ve hem de diğer arkadaşım Hüseyin’le birlikte Mustafa Göngür’ü arayabildim.. .Neyse…


Hüseyin Hoca, 1953 yılının Eylül ayında adı geçen güzel ilçemizde doğmuş. Özlenen bir bebekmiş. Zira 12 erkek bebeği arka arkaya vefat eden bir anneye Allah’ın bir lütfü olarak dünya’ya gelmiş. Çocukluk yılları hep hastalıklarla geçmiş. Doktor ve iğne yaşamının ayrılmaz parçaları olmuş. Hastalıklarla geçen bu çocukluk safhasının ilkokuldan önceki sürecinde okumaya olan ilgisi yoğunlaşmış ve nihayette rahmetli annesi kayıtsız olarak okula gitmesini sağlamıştır. Ancak bu serüveni sadece 1.5 ay sürmüş. Okuldaki idari bazı sorunlardan dolayı eve dönmüştür. Ama okuma aşkı daha da yoğunlaşmış bir şekilde vücut bulmuştur. Nihayet yaşı kayıt için uygun olduğunda ilkokula başlıyor. İsimlerini unutamadığı Melahat Önal, Ülker Tunahan, Canan Talu, Aysel Hanım ve Ayşe Atlı öğretmenlerinin rehberliğinde ilkokulu bitiriyor. Arkasından ortaokul ve lise eğitimi… Lise eğitimi oldukça renkli geçiyor. Münazara ve bilgi yarışmalarının adeta demirbaşı statüsündedir.


Onun hayatını etkileyen en önemli olayı lise 1. sınıfta yaşamış. Kendi ifadesiyle "kaderin dönüm noktası" olan bu olay; 9 Martta vuku bulmuştur. Anılan tarihte müşterisini köyüne bırakan babası dönüşte fren patlaması sonucunda rahmet-i rahmana kavuşmuştur. Beş yıl süresince sıkıntılı yaşam dönemi başlamıştır. Bu süreçte, edebiyat kolunu tercih etmesinden dolayı annesinin "doktorluk" hayalleri suya düşmüş. Aslında fen derslerindeki başarıları sosyal derslerinden düşük değil. Koşullar onu sosyal bir branşı seçmeye zorlamıştır. Yukarıda belirttiğim babasının rahmetli oluşu olayı, Hocamızın o saf ve idealist döneminde med-ü cezirler oluşturmuştur. Sorgulamalarının sonucunda teslimiyeti başlamıştır. Bilinçli ve Müslümanca bakışının miladı bu olaylardan sonra başlamış ve kimliğinin koordinatları gittikçe olgunlaşmaya başlamıştır.


Yakınlarının ve periferindeki diğer insanların tepkilerine rağmen artık demi almış ve bu arada liseyi de birincilikle bitirmiştir. Daha sonra Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü'ne 3'üncü sırada girmiştir. Şiir yazma kabiliyeti mütevazı davranışlarından dolayı şöhret boyutuna gelmese de, arkadaşlarının çabalarıyla şiirleri dergi, gazete, takvim ve radyolarda dillendirilmiştir. Ancak bunlardan daha sonra haberi olmuştur. Bu arada N.Fazıl ve A. Karakoç ile tanışma imkânı olmuştur. Yüksek tahsildeki başarısını birincilikle taçlandırarak bitirmiştir. Daha sonra 3 Ağustos 1975’te ilçemizde göreve başlamış. Arkasından evlilik ve Siverek’teki hizmet yılları… 15 Ağustos 1977 tarihine kadar süren bu süreçte Siverek’te yaşadığı çarpıcı hadiseler var. Bazı öğrencilerinin kendini bilmezler tarafından tehdit unsuru olarak kullanılmak istenmesi hep hatırlamak istemediği olaylardır. İmam hatip lisesinin ilk müdürüdür. Titizliği sayesinde güzel hizmetler yapmıştır. Daha sonra askerlik hizmeti, izleyen yıllarda Adana’da (1979-2005) mesleğini devam ettirmiştir. Emekli olduktan sonra 2006-2009 yılları arasında yine Adana'da özel bir okulda müdürlük yapmıştır. Yazları Bor'da geri kalan dönemlerde ise Adana'da yaşamını sürdürmektedir.


Hüseyin Hoca’dan uzun yıllar boyunca haber alamadım. Nihayet 2016’nın ilk aylarında bir toplantı için Adana’ya gittiğimde; ben, kardeşim ve Salih Çetiner ile birlikte Hocamla görüşme fırsatını yakaladık. Gerçekten o samimi ve derin bakışlı Hocam hiç değişmemişti. Düşünceleri o günden daha da olgunlaşmıştı. Sadece biraz kilo almıştı. Emeklilik dönemini insanlara dokunmak adına infak ve yardıma tahsis etmişti. Duyarlılığı o gençlik yıllarına göre daha da artmıştı. Evladını da bu duygular içinde yetiştirmiş ve onu da sahaya sürmüştü. O gece geç saatlere kadar akademisyen üç öğrencisiyle oturmuş, hatta o dönemde yine bir üniversitede rektör olan bir öğrencisini de bizimle tanıştırmıştı. Aslında o gecenin bitmesini ne Hocamız ne de biz istemiştik. Tekrar görüşebilmek ümidiyle vedalaşmıştık gece yarısında… Daha sonra 1976 yılında gidemediğim Bor’da bu kez oğlumla birlikte Hüseyin Hoca’yı Bor’daki evinde ziyaret ettik. Hasret giderirken söz Siverek’teki arkadaşlarına geldiğinde Hoca’nın durağanlaştığını ve duygulandığını hissettim. Sonra gözleri uzaklara daldı gitti… Belli ki bir şeyleri hatırladı… "Ben nasıl unuturum,Mahmut Siyahan’ı, nasıl unuturum Neşet Hampolat’ı , nasıl unuturum Behzat Taşdönderen’i , seni nasıl unuturum!" duygulandığını anladım. Sonra devam etti: "Geldiğimden bir müddet sonra kötü bir haber aldım. Ablamı Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesine götürmüşler ve ameliyat edilmesine karar vermişler. Acilen sekizbin liranın temin edilmesi gerekiyor. Ben de yeni evlenmiş, masraflarım olmuş ve parayı temin edecek durumda değilim. Hafakanlar basıyor.. O sıkıntılı durumumu gören Mahmut Siyahan bir sorunumun olduğunu sezmiş ve sorularla sorunumu öğrenmeye çalıştı. Sonra mecburen ben de sıkıntımı anlattım. Hafiften tebessüm etti. Bir sonraki görüşmemizde ihtiyacım olan parayı temin etmiş ve bir gazete parçasına sarılı olarak bana verdi. “Git hastanla ilgilen” dedi. Ben kendisinden herhangi bir talepte bulunmamıştım. Ama benim sıkıntım onun sıkıntısı olmuştu. Kardeşliğin adı bu değil miydi? İşte Siverek’te bir avuç insandık, ama kardeştik” şeklinde o güzelliklere işaret etmeye çalıştı. Gönlünün o beyaz atlara binenlerle veya binmeye hazırlananlarla olduğunu ve de onları asla unutmadığına vurgu yaptı. Sonra bu ortak dostlarımızı tek tek andık. Yıllar sonra samimi ve yüreği güzelliklerle dolu olan bu kadirşinas güzel insanla sohbet etmek beni mutlu etmişti. Akşama doğru sohbetimiz bitirmiş ve tekrar görüşmek dileği ile ayrılmıştık. Allah ona sağlıklı bir ömür, faaliyetlerine bereket ve aile efradına huzur versin.

Bu yazı 10573 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum