Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM 3. BÖLÜM

07 Şubat 2016 - 17:51

YEĞENİM İBRAHİM


3.BÖLÜM.


 


Değerli Yeğenim,


 


İstersen konuyu dağıtmadan şimdi esas meselemize geçelim.Yani 1965 yılında köyümüz Karahan da kimler nerde ve nasıl yaşıyorlardı sorusuna.Şu an önümde duran ve  senin tarafından çekilen bu fotograf üzerinden sana o yılların bir profilini çıkaracağım.Fotografta görünen evlerde o yıllarda kimler yaşıyordu,bu insanların birbirlerleriyle ilişkileri nasildi ? Ne yer ne içerlerdi,günlük uğraşları nelerdi,bütün bunları sana bir bir yazmaya çalışacağım ve sen de o yıllarda olup bitenlerden kendine göre tabii ki birşeyler çıkarmaya çalışacaksın.


 


İstersen konuya öncelikle doğduğum ve çocukluğumun geçtiği bizim evden başlayayim.Önümde duran fotograftan bizim evin o zaman ki halini görmek ne yazık ki mümkün değil artık.Evimizin bulunduğu yerde şimdilik dümdüz bir alan bulunuyor. O eski evimizden eser yok artık.


1966 yılının sonbaharın da köyden Siverek’e taşındığımız da evimizin damında bulunan direkler alınsa da duvarlar uzun yıllar ayakta kalmayi başarmıştı.Fakat daha sonra duvarlarda kullanılan kesme taşlar köyde oturan akrabalarımız tarafından ev yapımında kullanılmak üzere sağa sola götürüldüğünden bizim evin bulunduğu meydan taşalrdan arındırılarak dümdüz bir alana dönüşmüştür.


Oluşan bu boş alanı değerlendirmek işini ise dayın Seyithan üstlenmiş. Seyithan dayın bu düzlüğün dört bir yanını taşlarla örerek hayvanları için üstü açık bir barınakhaline getirmiş.Zazacada bu tür yerlere biz “ HEWŞ “ diyoruz.


 


Oysa şu an dört bir yanı duvarlarla çevrili olan bu boş alan da bir zamanlar yörenın en mert ve en cömert insanı dedemiz Halil é Nofel oturuyordu.O zamanlar bu evin avlusunda ve çevresinde yaşam görül görül akardı.Benim çocukluğumda Dedem Halil é Nofel bizimle birlikte kalıyordu.Dedemin gözleri görmüyordu.O zamanlar yetmiş yaşına merdiven dayayan dedem nur yüzlü,güzel ahlaklı ve son derece otoriter bir insandı.Köyün en yaşlı insanıydı.Bu özeliğinden dolayı herkes tarafından fazlasıyla sevilir ve saygı görürdü.Kaldığımız eve herkes “ KALO nin evi “diyordu.Kimse babamı kastederek “Mehmedi’nin evi” demezdi.Orası büyük küçük herkes için KALO’nin evi idi.Kalo’nin evine Kalo’dan ötürü bir nevi kutsal mekan gözüyle bakılırdı.Evimizin ön cephesinde önü açık geniş bir ayvan vardı.Havaların güzel olduğu zamanlarda dedem evimizin bu geniş ayvanına oturur ve büyük bir kefifle güneşlenirdi.


 


Dedem Halil-e Nofel herkesin yakışıklı bulduğu birisiydi.Omuzları geniş,iri yapılı,beyaz tenli ve mavi gözlüydü.Başına doladığı sarı renklı çefiyesi ona çok yakışıyordu.Giydiği gri renkli kabardin şalvar Siverek’ın en iyi terzilerine diktirilirdi.Beline doladığı sarı renkli kuşak başında ki çefiyele uyum içerisinde olurdu.Yaz kış ayağında dışı parlak siyah iç astarı kırmızı cizlawet giyerdi.


 


Onunla sohbet eden birisi onun gözlerinden sorunlu olabileceğine hiç ihtimal vermezdi. Onun insanda saygı ve hayranlık uyandıran heybetli bir görünümü vardı.Hareketleriyle davranışlariyla farklı bir insan olduğunu hemen ortaya koyuyordu.Bizim evin yüksek eyvanın daki o oturuşu çok etkileyiciydi.Yüzünde ki derin ifadelerle onun köyün tam karşısında bulunan bağlara bakması son derece muhteşemdi.Bu duruşuyla o yüksek bir kayaya tünen ve etrafı gözleyen bir asil bir kartala benziyordu.


 


Dedem misafirperverlik konusunda çevrede isim yapmış birisiydi.Bu yüzden evimizden hiç bir zaman misafir eksik olmazdı.Onun çevresinde günün her saatınde mutlaka birkaç misafir bulunurdu.İnsanlar ona karşı son derece kibar ve saygılıydı.Onun yapısında ve kişiliğinde birikime dayalı bir bilgelik vardı.Bu özeliği sayesinde insanlar tarafından ciddi anlamda önemseniyordu.O  sadece bizim köyün değil,bölgenin tümünde pek çok köyün bilgesi olarak kabul görüyordu.İnsanlar bilmedikleri ve öğrenmek istedikleri şeyleri gelir ona sorar ve en dogru cevapları ondan alırdı.


 


Dedem Halilé Nofel Karahan’da oturan bizim yakın akrabalar için KALO,çevre köylerde yaşayanlar için ise AP XELİL idi.Kuzeyden güneye ve özelikle Hasaran bölgesinden hayvan sırtında Siverek’e mal taşıyan kervan kafileleri için AP XELIL’é Nofel’ın evi güvenilir bir konaklama noktasıydı. Hırsızın haydutun bol olduğu bir zamanda dışarda kalmayi göze alamayan uzak diyar yolcuları geceyi dedem Xelil-é Nofel’ın evinde geçirdi.Siverek’e mal taşıyan kervan kafileleri emektar hayvanlariyla birlikte dedemizin evinde yer,içer,mal ve canını onun ismine emanet ederek rahat rahat uyurlardı.Annem ve babam kendilerine konuk olmuş insanlara karşı görevlerini eksiksiz yerine getirmek için gece yarılarına kadar didinip dururlardı.Sabah ezanına yakın kervan ayaklanır ve büyük bir şamata içerisinde Siverek’e doğru yola dizilirdi.


 


Evimizin önünde hayvanlarımızın dinlenmeleri için alabildiğine geniş bir avlumuz vardı.Süt sağma zamanı geldiğinde bu avluya çok sayıda büyük baş hayvanımız girer-çıkardı.Babamın kapısında birbirinden güzel birkaç soylu atı vardı.Bunlardan birisinin ismi Kureyşan diğerinin ise Qemer dı.İsmi Qemer olanın rengi simsiyah,diğerinin kuyu kırmızıydı.Siyah olanın alnının tam ortasında yıldızı andıran beyaz bir leke vardı.Her iki atımızda çok uysaldı.Korkmadan,çekinmeden sırtlarına binerdim.


 


Her köylünün yaşamında önemli bir yeri olan çok sayıda eşeğimiz vardı.Köy ortamında eşekler bir anlamda köylünün eli ayağı sayılırdı. Onlar daha çok şehre gidiş gelişlerde ve su taşımacılığında kullanılıyordu.Yaz kış,kar yağmur demeden işten işe koşan fukara eşekler diğer hayvanlardan arta kalan yemlerle yaşamlarını sürdürüyorlardı.


 


Evimizin önünde ki avlunun hemen altında  ağzı geniş ve oldukça derin bir kuyu vardı.Köyde yaşayanlar bu kuyuya KALO’nın kuyusu diyorlardı.Hayvanlar düşüp hayatlarını kaybetmesinler diye bu kuyunun çevresi köyün önünden geçen çaydan elde edilen kara dikenlerle çevrilmişti. Bu kuyunun dibininde nerelere uzandığı beli olmayan bir delik olduğundan yaz-kış su toplamazdı.Kış ve bahar aylarında yağan onca kar ve yağmura rağmen dipteki kara delikten dolayı kuyuda bir damla su birikmezdi.Anlatılanlara göre Dedemin büyük emek ve paralar ödeyerek kazdırdığı bu kuyu’nın altında büyük bir delik varmış.Zamanında kuyu kazıldığında kuyunun altnında karşılaşılan büyük bir taş yerinden söküldüğünde ortaya derin bir delik ortaya çıkmış ve bu  dipsiz delik kuyuda bulunan suyu bir çırpıda yutmuş.Suyun nerelere gittiğini kimse anlamamış.Sular gözle kaş arasında kaybolmuş.O günden sonra kuyu bir damla olsun su toplamamış.Çocukluğumuzda bu kuyunun kenarna kadar sokulur  ve kuyunun dibinden duyulan ürkütücü sese kulak verirdik.Kuyunun altından gelen ve rüzgar sesini andıran bu uğultuya saatlerce kulak verir ve bir anlam veremezdık.


 


Kimilerine göre dedemin kazdırdığı bu kuyunun altından bir akarsu geçiyordu. Dışardan işitilen bu korkunç uğultu kuyunun altından geçen bu  akarsudan  yükseliyordu.KALO’nın kuyusundan yükselen bu esrarengiz uğultuyu yıllarca dinledik.Su tutmayan ve kimseye hiçbir yararı olmayan bu kuyuya kaza sonucu bir-iki hayvan düşünce köyüler kendi aralarında anlaşmaya vararak bu kuyuyu kapatma karar verdiler.Toz-toprak,hayvan pisliği ve çeşitli molazlarla doldurulan bu kuyu bir-iki yıl içinde yerle bir dümdüz edildi.Fakat buna rağmen bu kuyu kış aylarında durmadan homurdanmaya devam etti.Yağmur yağdığında toz toprakla doldurulan kuyunun üstünde sular biriktiğinde altan gelen sıcak havanın etkisiyle kuyunun üstü durmadan fukur fukur kaynamaya devam etti.Kuyu da ki bu ilginç hareketlilik birkaç yıl devam etti ve daha sonra kendiliğinden son buldu.Kuyunun bulunduğu yerin tam üstünden şu an  Mustafa amcamın evine doğru bir yol geçmektedir.O yolu kullanan insanların pek çoğu belkide orda zamaninda KALO nun kuyusu olduğunu hatırlamiyorlardır bile.


 


Daha öncede belirtiğim gibi dedemin gözleri görmüyordu.Anlatılanlara göre 1950 lerin sonuna doğru demem XELİL’ é Nofel ve senin deden Heci Bekir dayı atları suya indirmek için REM kuyusuna gitmişler.Dedemin dehlediği bir at ürküp ona bir çifte savurmuş.Alnına at tekmesi isabet eden dedemin burnundan onun tabiriyle bir tas kadar kan boşanmış ve gözleri anında kararmış.Bu kaza yüzünden dedem görme yetkisini tamamen kaybetmişti.Görme yeteneğini yeniden kazanır diye babam ve amcam Mustafa onu birkaç kez üst üste Kilis’te bulunan iyi bir göz doktoruna götürüp getirmişlersede  bütün çabalara rağmen dedemin görmeyen gözlerine bir çare bulunamamışlar.


 


Gözleri görmediği için dedemi günde beş vakit köyün camiisine götürüp getirme görevi köyde yaşayan biz çocuklara düşmüştü.Evimizin az ilerisinde bulunan toprak damlı camii büyüklerimizin belirtiğine göre 1954 yılnda yapılmıştı.Dini inançlarını herşeyin üzerinde tutukları için büyüklerimiz okuldan önce köyümüze camii yaptırmayi daha uygun görmüşlerdi.


 


Dedemi camiye götürüp getirme görevi konusunda biz çocuklar birbirimizle adeta yarışırdık.Onun camiye gidiş geliş saatlerini dakikası dakikasına ezberlemiştik.Namaz saatine az bir zaman kala dedem hazırlanıp,elinde bastonuyla bizim evin ayvanında göründüğünde köyün dört bir yanından bir sürü çocuk başlardı bizim eve doğru nefes nefes koşmaya.Dedemi elinden yakalayan ilk çocuk onu camiiye götürmeye hak kazanırdı.Dedeme ulaşmayı  başaran ilk  çocuk dedemden ödül olarak bir buskivi kazanırdı.Bu konu mızıpçılık yapmayacağımıza dair biz çocuklar kendi aralaramızda  adeta sözlesmiştik.Yarışı kaybeden kaderine razı oluyordu.Kimsenin aklından oyun bozanlık etmek geçmezdi.Dedeme ilkin kim yetişirse buskiviyi o kazanirdı


 


Dedemin camiye gidiş ve geliş meselesini düzene sokmak için Babam ve amcam Mustafa kendilerince çok akılı bir yol bulmuşlardi.Köyde yaşayan çocukların tümünü dedemin  hizmetine sokmayi amaçlayan babam ve amcam Mustafa her şehre gittiklerinde getirdikleri bir miktar buskiviyi dedeme teslim ederlerdi.Dedem de bu buskivileri cebine koyarak bunları biz çocuklara karşı yem olarak kullanırdı.Dedemın cebinde buskivi olduğunu bildiğimiz için aklımız fikrimiz hep onda olurdu.Dedemi bizim evin kapısından alıp camii kapısına kadar götüren çocuk ondan bir buskiviyi almayı hak ederdi.


 


Bazı zamanlar kalo’nın cebinde ki buskiviler bitmiş olurdu.Kalo elini cebine atar ve çocuklara ‘’Hallah hallah bugün bukiviler cebime ulaşmamış inşallah yarın gelir “derdi.Kalo’nın cebinden buskivi çıkmayınca çocuklar boyunlarını böker ve evlerinin yolunu tutardı.Bu durum bazen üst üste birkaç gün devam ederdi.Fakat buna rağmen çocuklar görevlerini bir gün olsun ihmal etmezlerdi.Herkes aynı istek ve heyecanla Kalo’yi camiiye götürüp getirmeye devam ederdi.Bazen büskivilerin gelişi geciktiğinde çocuklardan birisi dedeme “Kalo bu büskivileri sana kimler nereden getirecekler ?’’diye soraradı.O zaman dedem çocuklara gülümser ve ‘’Buskivilerı gece yarısı birisi getirip caminin bir köşesine bırakıyor ertesi günü bende onları yerinden alıp cebime bırakıyorum ”derdi.


 


Dedemın bu hikayesine çocuk aklımızla hepimiz saf saf inanırdık.Hata bazen camii’nın önünden geçerken gözlerimizi camii’nin bahçesini diker ve Kalo için gelmesi gereken büskivilerin gelip gelmediğine dikkatlıca bakardık.Şehre inen büyüklerimiz dönüşte dedemin cebine buskivileri bırakınca bizim meraklı bekleyişimiz da kendiliğinden sona ererdi.


 


Büskivi kapma yarışında köyün en talihsiz çocuğu ne yazık ki bizim Abdulkerim dayı’nın oğlu Mehmet’dı.Evleri köyün sağ üst köşesinde bulunan Mehmet o zamanlar dört yaşlarında ya vardı ya yoktu.Dede’mı camiye götürme ve buskuvi kapma yarışına diğer çocuklar gibi o da katılmak istiyordu.Ne var ki hem yaşça küçük olduğu için ve hem de evleri biraz daha uzak olduğundan bütün çabasına rağmen yarışı hep kaybeder ve büskivileri hep başkalarına kaptırırdı.Dedemden alacağı buskiviyi kendinden yaşça büyük diğer çocuklardan birisine kaptırdığı  için çok üzülür ve kendini bir daha ki yarışa hazırlardı.Çocuk bu duruma o kadar üzülüyordu ki birgün annesi Saadet yengemize“Yahu Anne ben bu Kalo’yu camiye götürmeye hiç mı muaffak olamayacağım ? Her seferinde onu başkasına kaptırıyorum.Keşke benim de Babam kör olsaydı da buskivileri direkt hep ondan alabilseydim”demişti.


 


Devam edecek..


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]

Bu yazı 1558 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum