Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

YEĞENİM İBRAHİM - 24.BÖLÜM

21 Temmuz 2016 - 16:14

YEĞENİM İBRAHİM


24.BÖLÜM


 


Değerli Yeğenim,


İnsanın beynine hükmeden yakıcı güneş köyün tam tepesine yerleşirken, aşırı sıcaklardan bunalan her cinsten hayvan başlarına güneş geçmesin diye duvarların gölgesine sığınırdı. Yakıcı güneş altında dışarda kalmak akıl işi olmadığından büyükbaş hayvanar ikindi serinliğine kadar yere çömelip bol bol geviş getirirdi. Hayvanlar gölgelik yerde dinlenirken onları birazdan otlatmaya götürecek olan sığrtmaş ise evinin bir odasında nakışlı keçelere uzanır -ki biz bunlara “KÜLAF” diyorduk- şekerleme yaparlardı. Şekerlemenin  kısa uyku anlamına geldiğini biliyorsun değil mi?


 


Sıcakların beli kırılınca hayvanlar birer ikişer kendiliğinden ayaklanır,  köy meydanında buluşup köyün dışına doğru  yola dizilirken onları otlatmaya götürecek olan GAWAN demlenen çaydan alelacele bir-iki bardak içerek uzaklaşan hayvanların peşine düşerdi.


 


Otun bol olduğu alanlarda birkaç saatliğine otlanan hayvanlar sağılmak üzere akşama doğru tekrar köye getirilirdi. Hayvanların köye varmasiyla yeniden bir hareketlilik yaşanırdı. İnek böğürmeleri, at kişnemesi ve eşek anırması ortalığı birbirine katardı. Birbirine karışan hayvan sesleri köyün semalarında bir süreliğine yankılanıp dururdu...


 


İneklerin iri memelerinde biriken sütten nasiplenmek isteyen buzağılar tutuldukları ahırlardan salıverildiğinde ortalık ana baba gününe dönerdi. İneklerle yavruları arasında gerçekleşen bu buluşma anında kızıl kıyamet kopardı. Buzağılar bazen acele sonucu yanlışlıkla bir başka ineğin altına girerdi. Yapılan yanlışlığı fark eden  inek bir boynuz darbesiyle  buzağıyı kendinden uzaklaştırırdı. İneklerle buzağılar arasında yaşanan bu hengâme  ineklerin kendi yavrusunu bulana kadar  devam ederdi. Memeleri yumuşasın ve daha iyi süt versin diye birkaç saniyeliğine ineklerin altına sürülen buzağılar kadınlar  tarafından zor bela  annelerinden koparılırdı. Akşam saatlerinde sağılan inekler geceyi dışarda geçirmek üzere tekrar köyün dışına doğru yola çıkarılırdı.


 


Değerli Yeğenim,


 


Köyde yaşayan kadınların katlanmak zorunda kaldıkları en sıkıntılı ve en zahmetli işlerden  biri de köyün iki km kadar uzağında olan KASARIK kuyusundan su getirmekti. Su köyümüzün en büyük sorunuydu. Bu ihtiyacın karşılanması için kadınlar  büyük zorluklara göğüs gererdi. Gereksinim duyulan su ihtiyacı daha çok kadınlar tarafından sırtta taşınarak karşılanıyordu.


Koyun postundan yapılmış kocaman tuluklara doldurulan suyu sırtlayan kadınlar  köye ulaşana kadar dünyaya geldiklerine bin defa pişman olur, doğduğuna doğduklarına kırk bin kere lanet yağdırırlardı. Kadınlar sırtlarına aldıkları su tuluğunu köye getirene kadar tepeden tırnağa ıslanırlardı.


 


Her birisi iki teneke su alan tuluklar bazen bir yerlerinden delinir ve  su kaçırırlardı. Sızan su kadınların elbiselerinden içeri sızarak çıplak bedenlerine kadar nüfuz ederdi. Tulukların delinen yerlerine  ağaçlardan koparılan incecik çöpler sokulur ve  sızıntının önüne bu yöntemle geçmeye çalışırlardı. Fakat  bu kaba yöntem kadınları  ıslanmaktan kurtarmaya kâfi gelmezdi.


 


Sırtlarına aldıkları eli-altmış litrelik suyu köye ulaştırmak için kadınların yol boyu bir-iki yerde mola vermeleri zorunlu oluyordu. İlki köy okulunun ana kapısına yakın bir yerde bulunan büyükçe bir taştı. Kadınlar sırtlarındaki su tuluğunu bu büyük taşa dayandırarak az buçuk dinlenirlerdi. Mustafa amcamın zamanında akıl edip üst üste koyduğu bu düzgün taşlar sayesinde  biraz olsun rahatlarlardı.Köylüler bu taşa “SALPAŞTİ” diyorlardı.


 


Babaanneniz Xal Siltan,Xalcıniya RIH, anneanneniz Güliş yengem, annem Gezal, Xal Mıla’nın eşi Xalcıniya Saadet, Xal Osman-é Elan’ın hanımı Emine yenge, Ap Miho’nın eşi Zara abla, köy imamı Mehmet Hoca’nın eşi İmhan -ki herkes ona “Dayzo” diyordu- ve daha birçok köylü kadını suya gidip gelirken hep bu noktada durur ve bu taşa yaslanarak dinlenirdi.


 


Cemil dayının hanımı Niyaj Eyş ile Abdulkerim dayının eşi Xalcıniya Saadet su kuyusuna gitmek için başka bir yol kullanıyorlardı. Onlar okulun arkasından geçen patika yoldan çeşmeye gidip gelirlerdi. Ne var ki kadınların kaderi hep aynıydı. Her iki yolun yolcuları da iliklerine kadar ıslanıp yorulurdu.


 


Neyse ki  daha sonraki yıllarda “keşkere” diye bir icat çıktı da kadınlar biraz olsun rahata kavuştu. Siverek’teki Ermeni ustalarının tasarladıkları bu keşkereler sayesinde köydeki kadınlar son derece rahatlayıp rahat bir nefes alabildiler. Keşkereleri köye ilk getiren sanıyorum babam olmuştu. Demirden yapılan ve dikdörtken şeklinde küçük birer sandığa benzeyen bu keşekereler iki ayrı parçadan oluşuyordu. Zincirlerin başına kaynak edilmiş çengellerle birbirine geçirilen bu keşkerelerin her bir kefesine iki teneke sığıyordu. Eşek sırtına vurulan bu keşkere sistemi sayesinde köyün uzağında bulunan kuyudan su taşıyan kadınlar büyük bir dertten kurtulmuşlardı. Sağlanan bu kolaylıktan dolayı kadınlar  sabahtan  akşama kadar bu keşkereleri icat edenlere hayır duasında bulunuyorlardı. Başka nedenlerden dolayı Ermenilerin cennete gitme şansları var mı yok mu bilemem fakat kadınların bu keşkerelerden ötürü  yaptıkları dualar sayesinde Siverek yaşayan Ermeni ustaların cennete gideceklerine kesin gözüyle bakıyorum.


 


Devam edecek…


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 

Bu yazı 1438 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum