Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK-13.BÖLÜM

15 Haziran 2018 - 18:16

UZAK DİYARLARI YURT EYLEDİK


13. BÖLÜM


 


 


Hasan’ın gece vakti dışarı çıkmasına bir anlam verememiştim. Meğer  aklına parlak bir fikir gelmiş. Yaşlı ninesi bir zamanlar  ona “Kırık, çıkık ve incinme hadiselerinde ağrıyan yerin üstüne tuzu bol hamur lapası koyun, faydası olur” demiş.  Yaşlı ninesinin reçetesini hatırlayan Hasan, otelin alt katında bulunan mutfağa inip bir miktar un ve biraz da tuz almaya gitmiş. Az sonra elinde bir poşetle odaya döndüğünde, bana dostça gülümseyerek, “Biraz daha dişini sıkarsan sana öyle bir derman hazırlayacağım ki bütün acıların buharlaşıp yok olacak” dedi.


 


Hasan tuz ve unu birbirine karıştırıp kaşla göz arasında iyi bir hamur lapası elde etti. Zor günün iyi dostu Hasan Kongül, yoğurduğu hamuru bir bez parçasının üzerine yayarak güzelce bileğime sardı. Hamurun verdiği sıcaklık sayesinde olsa gerek ağrımın az da olsa hafiflediğini hissettim. Buna rağmen sabahı zor ettim.


 


“Dinlenirsem ağrılarım kendiliğinden geçer” diyerek ertesi gün ihmal edip doktora gitmedim. Akşam ağrılarım yeniden azınca yerimde duramaz oldum. Halime acıyan Hasan arkadaşımın aklına bu defa başka bir reçete gelmişti. Yine ninesinden duyduğuna göre siyah kuru üzüm keçi kılıyla birlikte bir tencerede kaynatılıp ardından dövülüp merhem haline getirilirse incinen yerin üstüne konulduğunda ağrılara birebir gelirmiş! Hasan bunları anlatınca önce espri yapıyor sandım. Sonra ciddi olduğunu görünce acıyan bileğimi unutarak başladım gülmeye.


 


Hasan’a “İyi de Hollanda’da keçi kılını nerden bulacağız?” dediğimde, “Sen dur, ben bulurum” diyerek dışarı çıktı. Çok geçmeden elinde bir poşetle geri geldi. Gözüm poşete takılınca Hasan’a “Buldun mu keçi kılını?” diye takıldım. Hasan poşeti masanın üstüne bırakarak, “Keçi kılı bulamadım fakat gece bakkalından kuru üzüm aldım. Şimdi kuru üzümden sana bir merhem yapıp bileğine saracağım, sabaha bir şeyin kalmaz” dedi. Başka çarem olmadığından Hasan’ın hammaddesi kuru üzüm olan merhemini reddetmedim. Hasan otelin mutfağına inerek kuru üzümü merhem haline gelene kadar bir kapta dövdü. Sonra getirip bileğime sardı. Bu merhemin mi faydası oldu, yoksa zaman aşımından dolayı ağrılarım kendiliğinden mi geçti, bilemem! Fakat şu bir gerkçek ki gece ağrılarım yavaş yavaş dindi. Sabah uyandığımdaysa ağrıdan eser kalmamıştı. Hasan’ın ninesinden duyduğu kuru üzüm reçetesi sayesinde artık doktora gitmeme gerek yoktu.


 


Arkadaşım Hasan’la savrulduğumuz Hollanda’da bazen çok tuhaf şeylerle karşılaşır ve halimize acırdık. Eşten dosttan, anadan babadan, kardeşten akrabadan uzak diyarlarda geçirdiğimiz ilk Kurban Bayramı’ydı. Bayrama birkaç gün kala yüreğimize ağır bir hüzün çökmüştü. Bu hüznü hafifletmek adına güzel günlere olan özlem ve beklentilerimizi başka baharlara erteleyerek birbirimize güzel temennilerde bulunduk. Dilek ve temenniler yüreğimize çöken hüznü ortadan kaldırmaya kafi gelmese de az buçuk hafiletiyordu. Bayramın birinci günü bir arkadaşımızın ailesi kazayı belayı def etsin, malına mülküne bereket katsın diye paraya kıyıp  bir kurban kesmişti. Hollanda’da kurban etini dağıtacağın fakir fukara olmadığından etler daha çok baba ve evlatlar arasında pay edilir, geriye kalan derin dondurucularda saklanıp tasarrufa gidilirdi.  Fakat “kurban etinin tadına başkaları da bakmalıdır” ilkesini uygulayanlar da vardı. Bu ailelerden birisi de yakın ilişki içerisinde olduğumuz bir arkadaşımızın babasıydı.


 


Kurban kesilip etler eve taşındığında hayırsever babanın aklına ben ve Hasan gelmişiz! Arkadaşımızın babası küçük oğlunun eline bir poşet tutuşturarak, “Oğlum al bu eti, götür o ilticacı Kürtlere ver. Bu gece hayrımıza yesinler” demiş. Arkadaşımızın küçük kardeşi elinde poşet kaldığımız eve gelmiş. Ben o gün evde değildim. Kapı çalınca Hasan açmaya gitmiş. Karşısında arkadaşımızın kardeşini görünce onu içeriye buyur etmiş. Çocuk gitmesi gerektiğini söyleyerek elindeki poşeti Hasan’a  teslim etmiş. Babasının gönderdiği selamı Hasan’a iletmiş. Hasan, “Sağ olun” diyerek  elinde  poşet yukarıya çıkarken poşetin ağırlığına bakarak kestikleri kurban Allah katında kabul görsün diye arkadaşımızın babasına hayır duasında bulunmuş.


 


Akşama doğru eve döneceğimi bilen Hasan, “En iyisi ben bu kurban etini ateşe bırakayım. Kadir geldiğinde birlikte yeriz,” diyerek bir kenara bıraktığı poşeti açıp içindeki paketi masaya bırakmış. Bir gazete kağıdına sarılan paketi açtığında gözleri faltaşı gibi açılmış. Gazetenin içinden çıka çıka etlerinden tamamıyla sıyrılmış koskocaman bir kaval kemiği çıkmış. Hasan kurban eti niyetine bize gönderilen kaval kemiğini görünce şaşkına dönmüş. Bir süre kemiğe bakıp durmuş. Öyle etkilenmiş ki hırsından az daha ağlayacakmış.  Sonra düşünmüş  taşınmış,  “Ben bu hakareti sineye çekemem,” diyerek kemiği poşete koyup  bize kurban eti gönderen ailenin kapısına gitmiş. Hayırsever aile bir apartmanın dördüncü katında yaşıyordu. Kapı çalınınca aileden birisi pencereyi açıp yukardan aşağıya bakmış. Hasan’ı elinde bir poşetle görünce “Hayırdır  Hasan, ne istiyorsun?” diye sormuş. Hasan elindeki poşeti havaya kaldırarak, “Yahu bize kurban eti niyetine bu kocaman kemiği göndermişsiniz! Yahu biz it miyiz kedi miyiz!  Kaldı ki bizim bu kemiği kaynatacak büyüklükte bir kazanımız da yok. Bu nedenle kemiğinizi size geri getirdim. Alın siz yiyin” demiş.


 


Akşam üstü eve döndüğümde Hasan halen burnundan soluyordu. Nedenini sorduğumda meseleyi baştan sona bana anlattı. Hasan’ı dinledikten sonra, “Hasan çok ayıp etmişsin, bunu yapmayacaktın?” dedim. Hasan yüzüme tuhaf tuhaf bakarak, “Gönderilen o kocaman kemiği gözlerinle görseydin inanıyorum ki sen de aynı şeyi yapardın. Adamlar kemiği adeta jiletle traş etmişlerdi. Kemiği geri götürmeseydim kahrımdan ölürdüm” dedi.


 


Hasan bunları söyleyince kendimi daha fazla tutamadım ve başladım gülmeye. Hasan güldüğümü görünce, “Kadir ya,  Allah aşkına gülme. İnan ki çok zoruma gitti” dedi. Bunun üzerine, “Hasan... Çok ayıp etmişsin dememin nedeni şu: O kemiği sahibine iade etmeden önce kasaba gidip iki üç kilo biftek alacaktın.  Biftekleri kemikle birlikte götürüp ‘Vallahi biz de kurban kesmiştik, biz de size şu kurban etini getirdik,’ diyecektin. Belki bu sayede yaptıkları işten utanırlardı” dedim.  Hasan tuhaf tuhaf yüzüme baktı. “Yahu Kadir, sen de amma safsın. Onlarda utanacak yüz olsa bize bu hakareti yapar mıydı?” deyip sinirli sinirli söylendi durdu.


 


Devam edecek...


 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]

Bu yazı 2617 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum