Osman Gülebak

Osman Gülebak


CORONAVİRÜS VE DÜNYANIN SİYASAL GELECEĞİ-3

11 Nisan 2020 - 13:28

 


Mevcut Dünya Düzenine Alternatif Tartışmaları ve Müslümanlar


Her ne kadar birileri yaşanan krizden çıkışın adresini tarihte denenmiş ideolojileri gösterse de beklenen yeni dünya düzeninde dinin başat rol oynayacağı inkar edilemez bir hakikat. Peki ama bu hangi din olabilir? Hristıyanlık mı, Yahudilik mi, yoksa mistik dinler mi?


Mevcut dünya üzerindeki dinlere baktığımızda ne dünyevi yönü olmayan Hıristıyanlık, ne mistik dinler ne de bir ırka indirgenmiş Yahudilik hem meajları hem de pratikleri açısından mevcut dünya düzenine bir altenatif sunabilir. Buna karşılık İslam, seküler Batı'nın tüm imha ve komplolarına karşılık küresel sisteme tek muhalif olma potansiyelini devam ettiriyor.


Bunu sırf bir tarafgirlik duygusuyla ya da ütopik bir söylem olsun diye söylemiyorum. Bu, vicdan taşıyan Batılı veya Doğulu herkesin kabul ettiği bir hakikat...


Yüce Allah'ın yeryüzüne gönderdiği insanlığa, yol gösterici olarak indirdiği vahyin son halkası olan İslam, Tevhid ilkesiyle hayatın tümünü bir düzene oturtarak kainatta varolan düzeni, insanlığın sosyal hayatına taşır. İnsanın madde ve mana yönünü göz önünde bulundurarak ona bir rol biçer. Dünya ve ahiret arasında dengeli bir hayat tasarlayarak insanı başıboşluktan kurtarır. Daha da önemlisi insanlığı tüm farklılılarıyla bir arada yaşatabilecek kurucu ilkelere ve tarihsel bir geçmişe sahiptir.


Yani anlayacağınız bu konuda İslam'ın bir sorunu yoktur. Fakat, önümüzde dünyanın geleceğinde İslam'ın belirleyici olabilmesini olumlu/olumsuz etkileyebilecek İslam Dünyasıyla ilgili bazı durumlar da mevcut.


Birincisi, İslam'ın bu yeni süreçte -özellikle İslam Coğrafyasında- kurucu unsur mu yoksa yardımcı unsur mu olacağı konusudur. Emevilerle başlayıp günümüze kadar gelen süreçte İslam'a, mevcut iktidarları ayakta tutmak amacıyla Bizans modeli (Bizantinist) bir rol biçildiği, bunun da ilahi vahyin insanlık için öngördüğü adalete dayalı hayat sisteminin ortaya çıkmasına engel olduğu ortadadır.


Modern Ulus Devletler de her ne kadar seküler bir paradigma üzerine kurulmuş olsalarda bu geleneği devam ettirerek; dinin insan üzerindeki gücünü bildiklerinden kendi kontrollerinde dine bir alan ayırmışlardır.


İktidarların izin verdiği ölçüde hayata müdahale edebilen İslam'ın bazı tonlarının/motiflerinin mevcut devletlerde görünmesi her ne kadar iyimser bir gelişme olarak görülse de neticede insanlara mutluluk getirmesi beklenemez. Çünküİslam, bir bütündür; parçalanarak yaşanması onun muradına terstir. Bu yüzden İslam, her yönüyle; siyasi, sosyal, ahlaki, ekonomik ve kültürel olarak kendisine teslim olan toplumlar için güzel ve anlamlı bir hayat vaadeder.


Bu tür toplumlarda İslami bazı kavramlar en yüksek tonda seslendirilse de, dindarlaşma çoğalsa da adaletsizliğin/hukusuzluğun/zulmün ortalıkta kol gezdiği görülür. İşin daha vahimi bu toplumlarda yapılan tüm haksızlıklar, bilinçli ya da bilinçsizce İslam'ın hanesine yazılır. Kısacası, 'iktidar için İslam' yerine 'İslam için iktidar' mantığı hakim olmayıncaya kadar bu devam eder.


İkincisi, Müslümanların İslam'ı nasıl anladıkları (düşünce) ve onu nasıl pratize etttikleri/yaşadıkları konusudur. İslam her ne kadar insanlık için mevcut alternatif olma konumunu muhafaza etse de O'nu yaşanabilecek bir ilahi sistem olduğunu anlatacak/gösterecek yani pratiğe geçirecek, insanlığı buna ikna edecek bir topluluğa ihtiyaç var. Çünkü insan somut olanı daha erken kabullenmeye meyillidir.


İşte bu topluluk Müslümanlardan başkası değildir. Fakat çok acıdır ki Müslümanlar, bu konuda günümüz insanını ikna edebilecek bir teorik ve pratik ortaya koymadıkları gibi bu konularda bazı sorunlar yaşıyor.


Müslümanlar arasında varolan gelenekselciliğe dayanan düşünce, tarihte yaşanmış asr-ı saadet dönemini olduğu gibi günümüze aktarılmasını savunur ki bu birçok açıdan mümkün değildir.


Modernizm'den etkilenen düşünceye gelinceş, bu düşünce de Modern Dünya'nın fikirleri ile kirlenmiş durumda maalesef. Birçok Müslüman aydın ve entellektüel ve onların etkilediği toplulukların birçoğunun mevcut Batılı paradigmanın kavramlarıyla düşündükleri, yol ve yöntem belirledikleri herkesin malumu.


Bu çerçevede Osmanlı'nın yıkılmasından sonra Mısırlı Reşid Rıza'nın 'Modern Ulus Devleti' model alarak geliştirdiği, Dünya Müslümanları arasında hâlâ geçerliliğini koruyan Modern Batı paradigmasına dayalı, iktidar merkezli 'İslam Devleti' tezinin geldiği nokta, masaya yatırılması gereken bir konu olarak duruyor önümüzde. Ortaya çıktığı zaman ve zeminde makul olarak görülen bu düşünceyi, özellikle Pakistan, Sudan, Türkiye, İran vb gibi ülkelerde yaşanan gelişmeler ışığında ele aldığımızda pek de iç açıcı sonuçlar verdiği söylenemez.


Sistemi değiştirmek için iktidara çıkan birçok iyi niyetli Müslüman'ın sistem zamanla tarafından nasıl değiştirildikleri herkesin malumu. Hatta bu durumun birçok İslam ülkesinde İslam'a zarar verip İslam'ı tartışmaya açtığı gibi İslam'ın 'protestanlaşması' tehlikesini doğurduğunu söylemek mümkün...


Kısacası gelinen süreçte, ne Ulus Devletlerin dini bir 'yardımcı unsur' telakkisinin ne de Müslümanların Gelenekselci/Modernizm'den etkilenen fikrinin/çabasının, insanlığın şu an yaşadığı krize, İslam'ın öngördüğü köklü bir çözüm getirmesi mümkün görünmüyor.


O zaman Müslümanlar, iktidar merkezli bir çaba yerine, yine siyasi çalışmalarını da askıya almadan toplumdan iktidara doğru şekillenen toplum merkezli bir çabaya ağırlık vermelidirler. Öyle bir çaba ki; sivil, ümmetçi, İslam'ın ruhundan neşet eden ilkelerle tüm insanlığı kuşatabilecek/yaşatabilecek Modern Ulus Devlet ötesi, alternatif bir dünya düzeni vaad edebilsin.


Bu konuda en önemli ilham kaynağı ve tarihsel örnek Medine'de, Müslüman, Yahudi, Hıristıyan ve Müşriklerin (savaş halinde olmayanlar) bir arada yaşayabilmesini temin eden Medine Vesikası ve bu vesikanın beslendiği Kur'an ayetleridir.


Bu başarıldığında insanlığın nasıl İslam'ın merhamet dolu kucağına koştuğunu göreceksiniz. Tıpkı Hz. Yusuf'un 7 yıl kıtlıkla imtihan edilen Mısır halkına, Allah'ın vahyi doğrultusunda yol gösterdiği gibi...


Yine Müslümanlar, realiteyi de göz önünde bulundurarak mevcut Ulus Devletlerin belirlediği şartlar içinde mücadele etmek zorunda kalsalar bile, mevcut sistemin alternatifi olduklarını hiçbir zaman akıllarından çıkarmamalıdırlar.


Kriz sonrası dünyanın geleceği noktasında birçok ideoloji sahibi bas bas bağırırken, İslam'ın alternatif oluşu noktasında Müslümanların seslerinin cılız çıkması bir handikap olsa gerek.


Bu yüzden, değil tüm insanlığa alemlere rahmet olarak gönderilen Hz. Muhammed'in ümmeti olarak, tüm insanlığın yaşadığı bu kriz karşısında edilgenliğe bürünmeden/içimize kapanmadan; Hira'da 'Oku' emrini alan peygamberimiz gibi, yaşadığımız çağı iyi okuyarak/analiz ederek Safa Tepesi'ne çıkıp günümüz insanlığına bu krizden çıkış yolunu göstermeliyiz.


Her ne kadar şartlar gereği evlerimize kapanmak zorunda kalmış olsak da fikirlerimiz eve kapanmamalı, insanlığa umut vermelidir. Eve kapanışımızı inzivaya dönüştürmeli ve kriz halindeki insanlığa alternatif yeni bir dünya düzeni için İslam'ın mesajını anlatmaya kendimizi hazır hale gelmeliyiz... SON


Doğrusunu Allah bilir.


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 


 

Bu yazı 18627 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum