Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

BİR YANIM SÜLEYMANİYE, BİR YANIM HALEPÇE 13. BÖLÜM

19 Nisan 2015 - 12:56

BİR YANIM SÜLEYMANİYE


BİR YANIM HALEPÇE


13.BÖLÜM


 


 


Kak Nebez’in dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Süleymaniye’de de çok geniş bir çevresi vardı. Dost ve arkadaşları onu çok önemsiyorlardı. Onun Süleymaniye’de oturan ve herkesin yakından tanıdığı iyi bir dostu bizi çiftliğine davet etmiş. Kak Nebez bu daveti bana iletiyor. “Tamam” diyorum. Yeni insanlarla tanışmak, onlardan yeni bir şeyler öğrenmek oldum olası hep ilgimi çekmiştir. Dolayısıyla Kak Nebez’in getirdiği bu davet önerisini gökte arayıp da yerde bulduğum bir fırsat gibi görmüştüm.


 


Bir akşamüstü davet edildiğimiz çiftliğe doğru yola koyulduk. Bizi misafir eden arkadaşın ismi Hüseyin’di. Kendisi Irak ve Kürdistan Federal Bölgesi’nde uluslararası bir şirketin genel temsilciliğini yapıyordu. Himayesinde çok sayıda insan çalışıyordu. Herkese el uzattığı için sevilen sayılan birisiymiş. Din ve diyanet işlerine karşı mesafeli olduğu halde vatandaştan gelen istek üzerine Süleymaniye’de Kak Nebezlerin evine yakın bir yerde, bir cami yaptırmayı görevden saymış.


 


Bu arkadaşın çiftliği şehir dışında bir yerdeydi. Yarım saat süren bir araba yolculuğundan sonra gideceğimiz yere varıyoruz. Misafirlik sırasında İsam ve Kurdo bize eşlik ediyorlar.


 


Üstünde Kürt kıyafeti, çiftliğinin kapısında misafirlerini ağırlayan ev sahibi Hüseyin arabadan indiğimizi görünce bize doğru yöneliyor. Kak Nebez yanımıza gelen arkadaşıyla beni tanıştırıyor. Ayaküstü yapılan bir sohbetten sonra ev sahibi ellerimizden tutarak bizi misafirlerini ağırladığı büyük salona geçiriyor.


 


Altmış - yetmiş kişinin rahatlıkla oturabileceği salon hemen hemen dolmak üzereydi. Salonun şurasında burasında oturanların tümüne yakını yerel kıyafetleriyle davete gelmişlerdi. Onca insan arasında normal kıyafet giydiğim için kendimi bir acayip hissediyorum. Böylesine güzel bir ortamda milli kıyafet giymediğime bin pişman oluyorum. Oysa birkaç gün önce Halepçe’ye yaptığımız ziyaret sırasında Kak Nebez’in en değerli milli kıyafetlerinden birisini giymiş ve bundan son derece mutlu olmuştum.


 


Salona erken gelenlerin kimisi ayakta kimisi de oturdukları koltuklarda kendi aralarında koyu bir sohbete koyulmuşlardı. Ev sahibi oturacağımız yere kadar bize eşlik ediyor Ana kapıdan içeriye girdiğimizi görenler yerlerinden kalkarak bizi saygıyla selamlıyor ve yanımıza kadar gelerek bizimle merhabalaşıyorlar. Kak Nebez benim Diyarbakır’dan geldiğimi belirtmeyi ihmal etmiyor. Diyarbakır ismi herkes için bildik bir isim ve herkesin gönlünde özel bir yeri var.


 


Salonun güvenliğini sağlamak için yedi - sekiz kişilik silahlı bir birim görevlendirilmişti. Alınan bu aşırı önlemden anlıyorum ki salonda önemsenen insanlar bulunuyordu. Üstünde Peşmerge üniforması, ellerinde silahları olan güvenlikçiler salonun bir yerinde kendilerine ayrılan köşede etrafı göz kontrolünde bulunduruyorlardı.


 


Salonun tam ortasında açık büfe için büyük masalar yerleştirilmişti. Yan yana konulan ve upuzun bir masanın üstü çeşitli yemek türleriyle donatılmıştı. Ana masanın karşısında yer alan başka bir masaya ise meze ve salata çeşitleri konulmuştu. Baharı ve Newroz’u müjdeleyen kenger ve taze bademler göz dolduruyordu.


 


Misafirlerin en fazla rağbet gösterdiği yiyeceklerin başında bu iki şey geliyordu. Süleymaniyeli Kürtlerin olmazsa olmazı olan ve yemek masalarından hiç eksik etmedikleri haşlanmış bakla ve nar da tabii ki masada yerini almıştı.


 


Ortalıkta misafirlere hizmet eden garsonların olmayışı dikkatimi çekiyor. Herkes kendi yiyebileceği kadar tabaklarına alıyordu. Birilerinin bir diğerine hizmet etmemesi farklı bir uygulamaydı ve bunu son derece anlamlı buluyorum. Elimde tabak Kak Nebez ile birlikte yemek masasına doğru yürüyoruz. Sırada birkaç kişiyle ayaküstü sohbet ediyorum. İnsanların yakın ilgisi karşısında son derece memnun kalıyorum.


 


Konuştuğum insanlar daha önceden beni tanıyormuş gibi çok yakın ve samimi davranıyor, nereli olduğumu, ne zaman geldiğimi ve ne kadar kalacağımı soruyorlar. Onlara aslen Siverekli olduğumu fakat uzun yıllardan beri Hollanda’da yaşadığımı, Kak Nebez’in daveti üzerine Süleymaniye’ye geldiğimi söylüyorum. Siverek ismi birçokları için tanıdık gelmiyor. Bu yüzden onlara Siverek ve Siverek’le ilgili detaylardan söz ediyorum. Necmettin abi, Yılmaz Güney, Mehmet Uzun ve başkalarının ismini anmadan edemiyorum. İsimlerini saydığım insanlar, çevremde bulunanların birçoğu tarafından biliniyor. Siverek’in Diyarbakır’a çok yakın bir yerde olduğunu öğrenenler Diyarbakır’la ilgili sorular yöneltiyor bana. Soranice konuşmam çevremdekiler tarafından ilgiyle karşılanıyor. Bir ikisi bunu nasıl başardığımı soruyor. Ben de onlara, “Uzun hikâye” diyerek meseleyi geçiştiriyorum. Bir ara Kak Nebez araya girerek benim Kürtçe ve Soranice’nin yanı sıra Zazaca da konuştuğumu söylüyor. Çevremdekilerden birisi araya girerek Zazaca’nın Farsça ve Hawrami diline çok yakın olduğunu belirtiyor.


Tabaklarımıza bir şeyler doldurarak yerimize geçiyoruz. Davete ev sahipliği yapan Hüseyin arkadaş misafirlerine yönelik ayaküstü kısa bir, “Hoş geldiniz” konuşması yapıyor ve herkesin sağlığına bardağını kaldırıyor. Salondakiler ev sahibini alkışlayarak kaldıkları yerden birbiriyle sohbete devam ediyorlar.


 


Ev sahibi konuşmasını bitirince salonda bulunan müzisyenler müzik programına başlıyor. Az ilerimde oturan yanık sesli bir sanatçının seslendirdiği Kürtçe ezgi beni çok eskilere götürüyor ve salonda oturanları hüzne boğuyor. Herkes ezginin etkisinde kalıyor.  Havaya kalkan eller, baş selamlamalar ve derinden kopup gelen iç çekmelere bakılırsa salonda oturanların her birisi bu müzik parçasından kendisi için birer mesaj alıyordu. Bu mesajın ana ekseni dostluk, arkadaşlık, hasret, özlem, anı ve hatıralar üzerine kurulmuştu. Bu yüzden herkes bu türkünün kanatlarına tutunarak farklı diyarlara doğru geçmişe uzanıyordu. Buna ben de dâhildim.


 


Ev sahibi Hüseyin bulunduğumuz masaya gelerek bir ihtiyacımız olup olmadığını soruyor ve bir süreliğine yanımızda oturuyor. Bu arada Kak Nebez, Hüseyin’e benimle olan dostluğunun geçmişi ile ilgili kendisine bir şeyler aktarıyor. Kak Nebez’i dinledikten sonra Hüseyin elini omzuma dostça koyup samimi bir edayla: “Tekrar hoş geldiniz Kak Kadir” diyor. Bu güzel davete ev sahipliği yapan Hüseyin arkadaşın bütün misafirleriyle birer birer ilgilenmesi onun misafirperverlik konusunda ne kadar iyi bir noktada bulunduğunu fazlasıyla ortaya koyuyordu.


 


Kak Nebez ile yan yana oturmaya devam ediyoruz. Salonda bulunanların çoğu orta yaşın üzerinde seyrediyordu. Sağımda oturan ve yetmiş yaşlarında olan iki kişiyle sohbeti koyulaştırıyoruz. Sohbet yürüttüğümüz bu iki kişiden birisi İran KDP’ sinin önemli şahsiyetlerindendı. Diğeri KYB’ nin yakın isimlerinden  Jalal Ali Agha idi. Her ikisi de güzel ve zengin sohbetiyle bende hayranlık uyandırıyorlar. Üstlerindeki Kürt kıyafetleri onlara fazlasıyla yakışıyordu. Üstümdeki kıyafetle kendimi onların yanında sokakta çıplak dolaşan avare birisine benzetiyorum. Bu kıyafet farklılığı beni o kadar derinden etkiliyor ki bundan sonra ister Avrupa’da olsun ister başka yerlerde olsun bu tür özel davetlere Kürt kıyafeti giymeden gitmeyeceğime dair kendi kendime söz veriyorum.


 


YNK’ li Jalal Ali Agha Kürt edebiyatı konusunda dipsiz bir derya. Kürt edebiyat tarihinde isim yapmış ne kadar kadim şair varsa hepsinin şiirlerini, beyitlerini ve nasihatlerini bir bir hafızasına kaydetmiş. Onun bunca bilgiyi beynine nasıl depoladığına şaşırıyorum. Hayret etmemek elde değil. Ahmedé Xané’den Cigerxun’e, Osman Sabri’den Nali’ye, Saim’den Şérko Békes’e kadar tanınan onlarca şairin Kürtlere miras bıraktığı ne kadar edebi söz varsa hepsi bu arkadaşın bilgi dağarcığında emniyet altına alınmıştı.


 


Edebiyatçıların ve siyasi şahsiyetlerin Kürtlerin birliğine vurgu yaptığı değerli söz ve kelimler Kak Jalal’ın dilinde şiire dönüşerek Kürt edebiyatının zengin sofrasında güzel ve duyarlı insanların yüreğine nakşediliyordu. Onun insanı mest eden güzel sohbeti beni kendisine hayran bırakıyor.


 


Bir dönem İsveç’te yaşayan ve Güney’in statü kazanmasından sonra Kürdistan’a dönen İran KDP’sinden .... arkadaş Kürtlerin için de bulunduğu hassas durumla ilgili birçok değerli değerlendirmeyi benimle paylaşıyor. Arkadaşın yaptığı bu ciddi ve değerli yorumlar sayesinde bilmediğim birçok konu hakkında yeni bilgiler ediniyorum. Bu değerli dostun görüşüne göre Kürtler elde edilen kazanımların etkisiyle rehavete düşmemeliydi. Yine ona göre birçok konuda mücadele daha yeni başlıyordu ve Kürtler buna hazırlıklı olmalıydı.


 


YNK’ den Kak Jalal’ın önerisiyle üçümüz yana yana gelerek bir fotoğraf çektiriyoruz. Kak Jalal bu anı ölümsüzleştirmek istediğini söylüyor. Beni aralarına alan bu iki değerli dostla fotoğraf çekmek için yana yana oturduğumuzda Kak Jalal:  “ İşte şimdi oldu üç parçadan üç şahsiyet, bir de Rojava’dan birisini bulsaydık manzara tamamlanmış olurdu” diyor. Gülümsüyoruz. Mutluluğumuz resme de yansıyor.


 


Kak Nebez’in hemen yanında oturan yetmiş yaşlarında bir şahıs elindeki bardağı onuruma kaldırarak; “Kaka Kadir, to zor bıxér hatu i’’  diyor. Bu yaşlı ve sempatik şahsın bu nazik davranışı karşısında duygulanıyorum. Gün görmüş, devran geçirmiş bu saygıdeğer insanın bu nazik hareketine karşılık vermek için yerimden kalkarak onu başımla saygılı bir şekilde selamlıyor ve kendisine teşekkür ediyorum. Tekrar yerime oturunca yaşlı şahıs tatlı bir gülümsemeyle daha önce Süleymaniye’ye gelip gelmediğimi soruyor: ‘‘Süleymaniye’ye ilk gelişimdir” diyorum. “Bundan sonra inşallah sık sık gelip gidersin” diyor. Bu arada Kak Nebez araya girerek adama kendisiyle olan dostluğumuzun nasıl başladığını ve bu dostluğun şimdiye kadar nasıl devam ettiğinden söz ediyor. Kak Nebez’in Hollanda’ya geldiği 1980 yılında kendisine yaptığım hizmetlerden söz etmesi beni son derece mahcup etse de anlatılanları can kulağıyla dinleyen yaşlı amca başını sallayarak anlatılanlardan duyduğu memnuniyeti yüz ifadesine yansıtıyor. Ve daha sonra Kak Nebez’e aynen şunları aktarıyor:


 


“Kak Nebez,  insanlar doğduklarında dünyaya ellerinde boş bir sürahiyle gelirler. İnsanoğlu yaşadıkça ve büyüdükçe karakterine uygun düşecek şekilde bu boş sürahiye bir şeyler doldurur ve bunu çevreleriyle paylaşırlar. Bazı insanlar yanlarında taşıdıkları bu sürahiyi sadece su ile doldurur. Bazıları soylu davranışlarından dolayı bu suya şeker ve bal katarken, bazıları da sahip oldukları rezil karakterleri gereği bu sürahiye sadece zehir akıtırlar. Her insanın koltuğunun altında taşıdığı bir sürahisi vardır. İnsanoğlu yanında taşıdığı sürahide ne biriktirmişse çevresiyle ancak onu paylaşabilir. Öyle anlaşılıyor ki Kadir kardeşimiz yaşamı boyunca sürahisinde şerbet biriktirmiş ve sana da ondan ikram etmiş. Böyle olduğu içindir ki aradan otuz dört yıl geçtiği halde sen ne Kak Kadir’i ne de o şerbetin tadını unutabilmişsin. Bu yüzden diyorum ne mutlu Kadir kardeşimize ki zamanında sana biriktirdiği şerbetten sunabilmiş ve ne mutlu sana ki aradan yıllar geçtiği halde sende o şerbetin lezzetini halen unutmamışsın. Kadir dostumuz sana o güzel şerbeti ikram ederken senin kim olduğunu, bu halk için neler yaptığını belki de hiç bilmiyordu. O otuz dört yıl önce kendi evinde sana bir bardak çay ikram ederken günün birinde buralara kadar gelebileceğini ve sana misafir olabileceğini aklının ucundan bile geçirmemiştir. Kadir kardeşimiz zamanında bir Kürt olarak sana gönül sofrasını açmış ve sen de onu kadim bir dost olarak yıllarca unutmamışsın. İkinize de aferin diyorum. Bu nedenle Kadir dostumuz Süleymaniye’de sadece senin değil hepimizin misafiridir. Dolayısıyla kendisine yeniden hoş geldiniz diyorum’’ diyor ve bardağını şerefime kaldırıyor.


 


Yaşlı amcanın yaptığı bu anlamlı değerlendirme karşısında fazlasıyla duygulanıp mahcup oluyorum. Öyle ki mahcubiyetten yüzümün kızardığını hissediyorum. Adamın yaptığı bu değerlendirmeden sonra Kak Nebez, “Eşedühbillah’’ diyerek adamın söylediklerini onaylıyor. Yaşlı adamın yaptığı kendine has bu farklı değerlendirme beni bir şeyler söylemeye mecbur ediyor. Salonda oturanlara yönelik kısa bir konuşma yapmak istediğimi Kak Nebez’e iletiyorum ve bunun uygun olup olmadığını soruyorum. Kak Nebez; “Neden olmasın?” diyerek hemen ayağa kalkıyor ve salondakilere benim kendilerine bir şeyler söylemek istediğimi söylüyor. Kak Nebez’in açıklamasıyla salon sessizliğe gömülüyor.


 


Ortamdan kaynaklanan aşırı heyecanla konuşmama başlıyorum. Önce herkesi saygı ve sevgiyle selamladığımı ifade ediyorum. Sonra oturanlara dönerek yıllar sonra Süleymaniye’de bulunmaktan ne kadar mutlu olduğumu belirtiyorum. Daha sonra da, yıllar önce tanıma onuruna eriştiğim ve bugün artık hayatta olmayan bir kaç Süleymaniyeli dostumun ismini zikrederek onlarla olan birkaç anımdan söz ediyorum. Yaptığım bu kısa konuşma salonda oturanlar tarafından büyük bir ilgiyle dinleniyor. Konuşmamı bitirince salondakilerin büyük bir bölümü ayağı kalkarak beni ayakta alkışlıyor. Ayağa kalkanlardan bazıları yanıma kadar gelerek bana değişik sorular sorup ayaküstü bir şeyler konuşuyorlar.


 


Yanımda oturan Kak Nebez bir ara bana dönerek salonda oturan bazı kişileri işaret ederek bunlarla ilgili bazı bilgiler aktarıyor. Kak Nebez’in bana tanıttığı insanların birçoğu Kürt siyaset arenasında herkesin yakından tanıdığı önemli simalardı. Bunların birçoğu zamanında Peşmerge komutanlığı yapmış. Kak Nebez’in bana tanıttığı şahsiyetler arasında bazı aşiret ileri gelenleri de vardı. Bu aşiret reisleri uzun yıllar Kürt mücadelesine omuz verdiğinden toplum tarafından saygı görüyordu. Salonda, yüksek mevkilerde bulunan birkaç bürokrat da vardı. Kak Nebez az ilerimizde çevresiyle sohbet eden birini işaret ederek: “Bu arkadaş filan ilçenin kaymakamıdır, kendisi zamanında cesur bir Peşmergeydi” diyor bana.


 


Kak Nebez’in aktardığı bilgiler sayesinde salonda bulunanlarla ilgili az çok bilgi sahibi oluyorum. Salonda oturan farklı siyasi hareketlerden insanlar vardı. Birbirinden farklı şeyler düşünen siyasi hareketlere mensup insanların bir mekânda bir arada bulunmaları ve birbirleriyle medeni bir şekilde sohbet etmeleri en azından benim için alışık bir durum değildi. Bu güzelim ortamda birbiriyle sohbete dalanların birçoğu zamanında siyasi sorunlardan dolayı kanlı bıçaklıymış. Saddam’dan sonra özgürlüğün tadına varan bu insanlar geçmişe sünger çekmeyi kabullenmiş ve kardeşçe yaşamayı benimsemişler.


 


Salonda müzik icra eden iki sanatçı birbirinden hüzünlü parçalar seslendirerek misafirlere güzel anlar yaşatıyorlar. Süleymaniye’de herkes tarafından tanınan bu iki saygın sanatçı müziklerini icra ederken hiçbir müzik aletine ihtiyaç duymuyorlar. Kullandıkları tek enstrüman def’ti. Güçlü sesleri sayesinde mikrofon kullanmaya bile gerek duymuyorlar. Çok ustaca kullandıkları sesleri geniş salonun içinde yankılanıp duruyor. Misafirlerden gelen istek üzerine farklı makamdan parçalar seslendiren müzisyenler herkesin hayranlığını kazanıyor. Söylenen türküler insanları alıp geçmişe götürüyor. Müziğin etkisinde kalan misafirlerin çoğu geçmişin sisli koridorlarına sürükleniyor. Geçmişe gidenler geride kalan anılarla yüzleşince o kadar etkileniyorlar ki yüreklerde yoğunlaşan kederi dağıtmak için sigaraya yükleniyorlar. İnsanlar, geçmişten kendilerine miras kalan bütün sıkıntıları sigara dumanına boğdurmak istiyor. Sanatçılardan birisi salona çöken kederli havayı dağıtmak için hareketli bir türküye başlıyor. Her iki sanatçı ayağa kalkarak ellerindeki defleri şaha kaldırıyorlar. İki sanatçının hünerli parmaklarında dile gelen defler salonun havasını birden değiştiriyor, salona keyif ve neşe pompalıyorlar.


 


Hareketli müziğin ritmine dayanamayan yetmiş yaşın üzerinde bir amca elinde iki mendil ortaya çıkarak yankılanan müziğin ritmine ayak uydurarak seyredenlere parmak ısırtacak folklorik bir şov yapıyor. Yaşlı amcanın gönülleri fetheden bu güzel gösterisi karşısında heyecanlanan kimi misafirler ayağa kalkarak hareketli müziğe alkışla eşlik ediyorlar. Salondaki hareketlenmeyi ve yaşlı amcanın folkloruna kilitlenen iki sanatçı kendinden geçercesine seslerine ve ellerindeki deflere yükleniyorlar. Salonda oturanlar bu güzel gösteriyi alkışlarla ödüllendiriyorlar.


 


Yaşlı amca ve iki sanatçı gösterilerini tamamlayıp yerlerine oturuyor. Kısa bir aradan sonra bize yakın bir yerde, birisi az ilerde oturan iki sanatçıdan birine el işareti yaparak onu yanına çağırıyor. Hafif şişman olan sanatçı koşar adım  yanına geliyor. Sanatçıyı yanına oturtan şahıs sanatçının kulağına hafiften bir şeyler fısıldıyor. Sanatçı kendisine iletilen mesajı alıyor ve etrafa şöyle bir göz attıktan sonra saygıyla gülümsüyor. Sanatçıyı kolundan tutan adam yüz ifadesiyle ona biraz önce aktardığı mesajı onaylatmak istiyor. Bunun üzerine sanatçı;  “Tamam anladım” şeklinde başıyla bir işaret yaparak az önce geldiği yere dönüyor. Anladığım kadarıyla bize yakın oturan şahıs yanına çağırdığı sanatçıdan özel bir istekte bulunmuştu.


 


Yerine oturan sanatçı önünde duran bardaktan bir yudum su aldıktan sonra elini kulağına götürerek bir türküye başlıyor. Anlaşılan bu kendisinden istenilen istek türküsüydü. Sanatçı türküye başlar başlamaz salonda kızıl kıyamet kopuyor. İnsanlar birbirlerinin yüzüne bakarak; “Aha olan oldu “ dercesine gülüşüyorlar. Sonradan anlıyorum ki sanatçının seslendirdiği bu türkü sakıncalı bir türküydü. İstekte bulunan şahıs bunu biraz da muzipliğinden dolayı yapmıştı. Sanatçının seslendirdiği bu türkü geçmişte yaşanan siyasi sorunlar ve sonuçlarından dolayı bütün siyasi liderleri eleştiri yağmuruna tutan bir türküymüş. Geçmişte yaşanan yanlışlıklara parmak basan bu türkü herkesin yakından bildiği bir türküymüş. Sanatçı türküyü ilerlettikçe davetliler kâh gülüşüyor kâh başlarını önüne eğip hafiften kederleniyorlar. Kendini türküye kaptıran sanatçı çevreden gelebilecek olası tepkileri hiçe sayarak türküsüne bir destan havasında devam ediyor. Türküde acı, keder ve sitem çok ustaca dile getiriliyordu. Sanatçının hüzünlü bir seda ile seslendirdiği bu uzunca türkü bir dönemler Kürtler arasında yaşanan ve binlerce insanın canına mal olan kardeş kavgasına (bırakuji) lanetler yağdırıyor. Sanatçı, yaşanan kardeş kavgasından Kürt liderlerini sorumlu görüyor ve dolayısıyla onları eleştiri bombardımanına tutmaktan herhangi bir sakınca görmüyordu. Türkünün sözlerinden anlıyorum ki kendisi daha bir hafta evliyken bağlı bulunduğu siyasi hareket tarafından kardeş kavgası için cepheye gönderilmiş ve haksızlığa uğramış. Kardeş kavgasında en yakın arkadaşlarını kaybeden bu sanatçı, yaşanan bütün acıların sorumluluğunu siyasi hareketlere fatura ederek örgüt liderlerini yerden yere vurarak yüreğini rahatlamaya çalışıyordu.


 


Sanatçı kardeşimiz liderlere olan eleştirilerinin dozunu artırdıkça salondakiler renkten renge giriyorlar. Sanatçının eleştiri yağmuruna tutmadığı örgüt ve örgüt lideri kalmıyor. Bütün liderler, dillendirilen eleştirilerden paylarına düşeni fazlasıyla alıyorlar. Türkü bitirince salondakiler onu uzun uzun alkışlıyor. Salonda hemen hemen bütün siyasi hareketlerden insanlar vardı. Buna rağmen sanatçının liderlere onca ağır eleştiriler yöneltmesi, buna cesaret etmesi doğrusu takdire şayan bir durumdu. Bu durum beni şaşırtmadı desem yalan olur. Kendisine sanatçı diyen birisi kalkıp, vatandaşın her şeyin üstünde gördüğü liderine bir sürü eleştiri yöneltecek ve onlar da kalkıp onu ayakta alkışlayacaklar. Bu görülmüş duyulmuş bir şey değildi. Bırakalım fukara Kürtleri, demokrasi ile yönetildiklerini ve demokrasi adına mangalda kül bırakmayan kimi bölge ülkelerinde bile bu tür şeylere müsamaha gösterilmez, liderlere toz kondurulmazdı. Ama görüyorum ki Kürtlerde bazı şeyler değişmeye başlamış. Böyle olmamış olsaydı bu sanatçı, sanatçı kimliğiyle liderlere nasıl böyle yüklenebilirdi ki? Kürtler bu tür şeyler karşısında bu olgunluğu gösterebiliyorsa demek ki özgürlüğe adım adım yaklaşıyor ve bunu fazlasıyla hak ediyorlar. Sanat diliyle yapılan bu tür eleştirilere ancak çok medeni toplumlarda rastlayabiliriz. Böylesi eleştirilere bizim gibi toplumlarda rastlamak insana biraz tuhaf geliyor. Kürtlerin bunu başarması, geçmişleriyle yüzleşmesi anlamına geliyor ki bu çok büyük bir kazanımdır ve takdire şayandır.


 


Hüseyin arkadaşın verdiği bu güzel davet, gece yarısına kadar devam ediyor. İnsanlar yiyip içiyorlar. Yakınımda oturan insanlar Peşmerge savaşında hayatını kaybeden yiğit insanların kahramanlıklarını dillendiriyorlar. Hepsini büyük bir ilgiyle dinliyorum. Hayatta kalmayı başaranların gidenleri unutmamaları onları hep saygıyla anmaları güzel bir şey. Buna fazlasıyla seviniyorum. Gece yarısına doğru davet son buluyor. Ev sahibi Hüseyin arkadaşa teşekkür ederek çiftlikten ayrılıyoruz.


 


Kak Nebez’in evine doğru yol alırken davete bayanların neden iştirak etmediklerini soruyorum. Kak Nebez bu tür davetlere kadınların katılmadığını ve bunu da bir takım kültürel değerlere bağlıyor. Bu gerekçe beni tatmin etmezse de gelenek ve kültürel değişimin bugünden yarına hemen çözülecek bir sorun olmadığını bildiğim için bu konuyu enine boyuna açmayı gerekli görmüyorum.


 


Eve varıyoruz. Evdekilere davet hakkında gördüklerimi, duyduklarımı ve yaşadıklarımı paylaşıyorum. Yaşadığım anla ilgili olumlu izlenimlerimi anlatınca Kak Nebez: “Kak Kadir yarın akşam başka bir yere davetliyiz” diyor.  İki gün üst üste bir yerlere davet edilmek bana biraz ters gelse de ‘Kak Nebez’in işine karışmamak gerekir’ diye düşünerek ‘‘Tamam, olur” diyorum.


 


 


Not:


Bir yanım Suleymaniye bir yanım Halepçe yazı dizisini bu bölümle birlikte sonlandırıyorum.Dost ve arkadaşlardan gelen yoğun istek üzerine bu yazının toplamını bir kitapta bir araya getirmeyi düşünüyorum.İkiyüzotuz sayfadan oluşan bu çalışmanın Ekim ayi içinde yayınlanabileceğini umut ediyorum.


Başka yazılarla buluşmak üzere.



 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]


 


 


 

Bu yazı 1450 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum