Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT-37.BÖLÜM

06 Ocak 2018 - 19:50

ARKADAŞIM HALİT


37. BÖLÜM


 


 


Çocukluğumda Siverek Sağlık Ocağının az aşağısında geniş bir alan üzerinde eski bir mezarlık vardı. Göz alabildiğine uzanan bu mezarlıkta binlerce mezar kalıntısı bulunurdu. Kimi mezarlar nispeten iyi durumdayken bazıları zamanın acımasızlığına yenik düşerek yer yer tahrip olmuştu. Çöken mezarların şurasından burasından çürümüş insan kemikleri ve kafatasları görünürdü. Canı sıkılan haylaz çocuklar mezarlardan çıkardıkları kemik ve kafataslarıyla sabahtan akşama kadar durmadan oyun oynardı. Yaşlılar buna tanık olur ve kızardı çocuklara. Evlerine gitmek üzere mezarlığın kıyısından gelip geçenler ve özelikle de yaşlılar bu mezarlarda bir zamanlar dünyaya meydan okuyan fanilerin uyuduğunu hatırlar, durur onların ruhuna Fatiha okurdu.


 


Öyle anlaşılıyordu ki bu eski mezarlığın geçmişi Siverek’in tarihi kadar eskiydi. Her halinden çok eski olduğu anlaşılan bu mezarlığa en son kimler, ne zaman, ölülerini defnetti kimse bilmezdi. Bu konuda kimsenin kesin bir bilgisi yoktu. Mezarların baş ve ayakuçlarına dikilen taşların yıpranmış haline bakıldığında mezarlığın eski zamanlardan kaldığı kesindi.


 


Altmışlı yılların sonunda aklı erenler bu eski mezarlığın ortadan kaldırılmasına karar verdiler. Mahallede oyun oynadığımız bir gün; arkadaşlarımızdan birisi  “ Hastanenin orda mezarları kaldırıyorlar! “ dediğinde bütün çocuklar büyük bir merak içinde mezarlığa koştuk. Mezarlığın çevresi ana baba günüydü. Genç yaşlı, kadın erkek çok sayıda insan ağzı açık, yapılanları büyük bir şaşkınlık içinde izliyordu.


 


Hayatımda ilk kez gördüğüm kocaman makineler mezarlığın altını üstüne getiriyordu. Kazıcı, greyder, kepçe ve bulduzer isimleriyle ilk kez bu çalışmalar esnasında tanıştım. Kazıcı ve greyderler kulakları sağır eden bir gürültüyle mezar kalıntılarını bir yere yığıyordu. Dağ misali yükselen taş toprak yığını kepçelerle damperli kamyonlara yüklenip bilmediğimiz yerlere götürülüyordu. Molozlar arasında göze çarpan bol miktarda kemik izleyenlere ürküntü veriyordu. Olup bitenleri izleyen çocukların yüzünden korku ve tedirginlik okunsa da kimse onları olup bitenleri izlemekten alıkoyamıyordu.


 


Mezarlıkta süren bu hummalı çalışma sabahtan akşama kadar birkaç gün üst üste devam etti. İşi gücü olmayan yaşlılar ve özelikle de çocuklar her gün yürütülen çalışmaları bıkmadan usanmadan adım adım izledi. Birkaç günün sonunda mezarlıktan geriye hiç birşey kalmadı. Dev makinaların silip süpürdüğü mezarlığın yerinde sadece boş bir alan kaldı.


 


Eski mezarlık taş toprak ve insan kemiklerden temizlenirken gıdasını gerici söylemlerden alan cahiller hemen işe koyulmuşlardı bile. Ortalık yobaz ve hurafe takımının uydurduğu gülünç hikâyelerden geçilmez olmuştu. İnanılması zor söylemler almış başını gidiyordu. Ortalıkta dolaşan söylentirlere göre güya mezarlık alanı temizlenirken yıllardan beri toprak altında kalan ve hiç çürümemiş birçok şehit cesedine rastlanılmıştı. İş makineleri çalışırken çelik pençelere tahta tabutlar takılmış ve araç motorları kendiliğinden stop etmişti. Ortaya çıkan manzara karşısında başta araç sürücüleri olmak üzere çalışmaları izleyen herkes büyük bir şaşkınlık içinde hayretlere düşmüştü. Olup bitenlere tanıklık edenler gördükleri manzara karşısında çivi misali yere çakılmıştı.


 


Bu tür hikâyelere meraklı olanlar dilden dile dolaşan bu temelsiz söylentilere birşeyler katarak kendince büyük sevaplar kazanmaya çalıştı. Neler anlatılmadı ki! Kimileri tabutlarda yatanları Kore şehidi ilan etti, kimileri din yolunda cihada çıkmış sahabeler olarak nitelendirdi, kimileri şeyh, evliya ve Allah dostu iyi insanlar mertebesine çıkardı onları. Kısacası gerici çevreler insanların dini inançlarını istismar ederek onları uyduruk hikâyelerle etkilemeye çalıştı. Bu temelsiz hikâyelere İnananlar da oldu inanmayanlar da. Fakat söylentiler uzunca bir süre şehir gündemini meşgul etmeye devam etti.


 


Peki, birçok şehit ve sahabenin uyuduğu bu eski mezarlık niçin, hangi sebeple silinip süpürülmüştü? Bu sorunun cevabı çok geçmeden anlaşıldı. Geçmişten ve gelecekten haberdar olan çokbilmişlerimizin izlenimlerine göre Siverek’te son zamanlarda insanlar uslu durmuyordu. İşi gücü olmayanlar ve özelikle gençlik tehlikeli fikirlerle kalkıp oturuyordu. Böyle olunca da insanlar olur olmaz yerde birbiriyle didişiyordu. Devlet büyüklerimiz yerinde rahat durmayanları kontrol altına almak için şehirde yeni karakollar inşa etmeyi gerekli görmüştü. Yapılması düşünülen birkaç karakoldan birisi de mezarlardan temizlenen bu düz alana inşa edilecekti. Nitekim öyle de oldu. Aradan çok geçmeden mezarlık alanına kamyonlar dolusu demir ve çimento yığıldı. Çok sayıda insanın çalışmasıyla kısa bir süre içinde ortaya görkemli bir polis karakolu çıktı. Evlerine gidip gelenler karakolun önünden her geçtiklerinde bu alanda bir zamanlar büyük bir mezarlığın olduğunu hatırlayıp karmakarışık duygular içerisinde başını salayıp durdular.


 


Çocukluğumda Siverek’in içinde ve dışında akıllara durgunluk verecek kadar çok sayıda mezarlık alanı vardı. Şehrin dört bir yanı mezarlıklarla çevriliydi. Bu mezarlık alanlar oldum olası hep ilgimi çekmiş ve beni fazlasıyla düşündürmüştür. Siverek’e komşu olan diğer ilçelerde, hatta bazı illerde bile bu kadar mezarlık olmazken Siverek’te bunca mezarlığın var olması tesadüf sayılmamalıydı. Bana kalırsa Siverek’in tarihi ile ilgili bilimsel araştırmalar yapanların baçvuracakları öncelikli kaynaklar bu mezarlık alanlar olmalıdır. Onlar öncelikle bu eski mezarlıklara el atmakla işe koyulmalıdır.


 


Ortadan kaldırıp, yerine Polis Karakolu inşa edilen bu mezarlığın az aşağısında bir başka mezarlık daha vardı. Siyah Cami’nin ordan başlayan ve batıya doğru, şehir dışına kadar uzanan bu mezarlıkta da çok sayıda mezar vardı. İsmet İnönü İlkokulu’nun yapımına karar verildiğinde buraya da iş makineleri girdi ve mezarlık tümüyle ortadan kaldırıldı. Temizleme çalışmaları sırasında şehit, seyit, evliya ve ashabe mekânları burda da ortaya çıktı. Uyduruk hikâyeler burası içinde dillendirildi.


 


Siverek mezarlıklardan geçilmiyordu. Bab (Kapıkaya Köyü) yolu üzerinde bir mezarlık vardı ki burası çevrede bulunan mezarlıklar içerisinde sanırım en büyüğüydü. Yan yana kazılmış binlerce eski mezar insanı heybete düşürürdü. Bu mezarlığın bir yerine benden iki yıl sonra dünyaya gelen ve birkaç ay sonra sıradan bir hastalık sonucu yaşamını yitiren Hacice isimli kız kardeşimin mezarı da vardı. Doktor için köyden şehre getirilen, verilen ilaçları kullanmaya fırsat bulamadan ölen kız kardeşim, daha zahmetsiz olur diye köye götürüleceğine büyüklerimiz tarafından bu mezarlıkta toprağa verilmişti. Bu yoldan her gidip geldiğimizde rahmetli annem bana bir yerleri işaret ederek  “ Bak oğlum bacın Hacice’yi buralarda bir yerde toprağa verdik “ der ve hüzünlenirdi.


 


Kardeşim Hacice’nin gömüldüğü mezarlığın aşağısında Gebendiris (Güvenli Köyü) yolu üzerinde başka bir mezarlık vardı. Bu mezarlığın bir köşesinde beyaza boyanmış bir mezar dururdu. Kime ait olduğunu bilmediğim bu beyaz mezardan dolayı insanlar bu bölgeye  “Beyaz mezarlığın orası  “derdi. Beyaz mezarın çevresinde çok sayıda mezar olmasına rağmen gelip geçenler her nedense bu beyaz mezarın başında durur ve bu mezarda uyuyan şahsın ruhuna fatiha okurdu. Babamın eski ortaklarından Bablı Elo’yla bu mezarlığın çevresinde hayvan otlatığımızda yol üzerinde bulunan bu beyaz mezarı bana işaret ederek    “Fazla gitmez bizim insanımız bu mezarı da ziyaret yerine çevirir “ derdi.


 


Beyaz mezarın bulunduğu noktadan bir kilometre kadar aşağıya inildiğinde Helebli yolu üzerinde geniş bir alana yayılan bir mezarlık daha vardı. Geçimini tarımla sağlayan aileler mezarlığın şurasında burasında bulunan düz alanları harman yeri olarak kullanırdı. Hasat zamanı geldi mi çiftçilikle uğraşanlar mezarlığın çevresinde bulunan boş alanları temizler ve harman döverdi.


 


Yaz güneşi altında sararan çeşitli tahıl ürünleri tam anlamıyla olgunlaştığında zaman geçirmeden biçilirdi. Bu işi daha çok cefakâr kadınlar üstlenirdi. Bir bin zahmetle biçilen tahıl ürünleri fedakâr atların çektiği at arabalarıyla harman yerine taşınırdı. Taşıma işi bitince harman at ve öküzlerin çektiği dövenlerle dövülürdü. Saman ile ürünü birbirinden ayırmak için harmanın üzerinde gezdirilen bu ilkel harman dövere bazıları  “ CERCERE ”  derdi. Zazaca “ QELM “ derdik biz ona. Bazıları ise  “MOŞENE ” derdi. Sağlam tahtadan yapılan, altına keskin çakıl taşları çakılan bu ilkel harman dövenler tahıl yığını üzerinde uzun uzun gezdirilerek ürün ile saman birbirinden ayrıştırılırdı.


 


Mezarlığın önünden geçen ana yolun az ilerisine bulunan boşluğu birkaç yıl babam da harman yeri olarak kullandı. 1970’lı yılların başında piyasada mercimek kıymete binince Siverekli birçok aile gibi babam da sahip olduğu birkaç üzüm bağına birkaç yıl süreyle mercimek ekti. Biçilmesi, harman yerine taşınması, dövülmesi, rüzgârda savrulması, ürünün çuvallara doldurulması ve eve taşınması en azından üç dört haftamızı alırdı. Bu süre zarfında harmanı koruma ve kollama görevi kardeşlerin büyüğü olduğum için bana verilirdi. Zar zor yetiştirdiğimiz, büyük umutlar bağladığımız ürünümüzü hırsızlara kaptırmamak, çevrede otlatılan hayvanlara yem olmaması için geceleri harman yerinde ben uyurdum.


 


Ortalık yılan, akrep ve birçok zehirli böcekten geçilmese de bol yıldızlı gecelerde harman yerinde uyumaya bayılırdım. Üst üste yığdığımız mercimeğin dövülme işinin hallolması için sıranın bize gelmesi gerekirdi. Çünkü bu işi para karşılığnda başkalarına yaptırıyorduk. Sıranın bize gelmesi için bazen birkaç gün beklememiz gerekirdi. Bu süre zarfında harmana göz kulak olmak,  harman çevresinde kuş uçurtmamak benim görevimdi.


 


Geceleri yüksekliği birkaç metreyi bulan tahıl yığının tepesinde uyumak dünyanın en büyük keyifini yaşatırdı bana. Mercimek yığının tepesine serdiğim ince bir döşeğe uzanır gökyüzünün sonsuzluğunda kaynayan yıldızların görkemliğine kaptırırdım kendimi. Bazı geceler uzay boşluğunda olup bitenleri merak eder ve kendime soru üstüne sorular sorardım. Derinliğinde bilmediğimiz milyonlarca denklem olan, gizem dolu boşlukta nelerin varolabileceğini düşünerek kendime soru üzerine sorular sorardım. Bu merak turunda dünya ile olan ilişkim tamamen kesilirdi. Uzayın bilinmezliği içinde kendimi tamamen kaybederdim adeta.


 


Harmanda uyumanın başka bir güzeliği daha vardı benim için. Harman yerinden yaklaşık iki kilometre ötede bir yazlık sinama vardı. Ramazan Özayranlı’nın sahibi olduğu bu yazlık sinamanın ismi Petrol sinamasıydı. Henüz yeni yapılmıştı. Sinamada daha çok Yılmaz Güney Filmleri oynatılırdı. Oynatılan filmlerin sesi gece sessizliğinde harman yerine kadar ulaşırdı. Oynatılan filmlerin sesine kulak vermek bana büyük keyif yaşatırdı. Artist sesleri, at kişnemeleri, ard arda patlayan silah sesleri ve sık sık kopan alkış sesleri bana ulaştığında kendimi sinamada oturuyormuş gibi görürdüm. Bazı geceler filmin sonuna gelmeden kendimi derin bir uykunun kucağında bulurdum.


 


Sabahları güneş ışınları ortalığı ısıtmaya başladığında uykudan uyanmak  ölüm kadar çok zor gelirdi bana. Kendimi zorlayarak zor bela uyanırdım tatlı uykudan. Büyüklerimizin gelmesiyle sabah serinliğinde ortalık şamataya boğulurdu. Harmanı korumakla görevlendirilen çocukların şen sesleri birbirene karışırdı. Herkes yeni bir günün heyecanı ve neşesiyle canlanırdı.


 


 


Devam edecek...


 


 


 


 


Kadir Büyükkaya / Hollanda


[email protected]

Bu yazı 1796 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum