ARKADAŞIM HALİT
OTUZUNCU BÖLÜM
Daha önceki yazılarımda Mustafaé Külekan ve Hastolu Sadıkın dükkânından söz etmiştim. Bu iki dükkânın arasından yukarıya doğru çıkan sokağın yüz metre kadar ilerisindeki çıkmaz bir sokakta geniş avlulu eski bir ev vardı. Dini bayramlarda bu avluda Sivereklilerin LEYLİ dedikleri geleneği çok eskilere dayanan keyifli bir eğlence ortamı oluşturulurdu. Bu eğlence ortamı biraz da şimdinin lunaparklarına benziyordu. Kimbilir, günümüzde çocukların vazgeçemedikleri lunaparklar belki de bu eski gelenekten esinlenerek ortaya çıkmıştır. Bayram sevincini yaşamak ve yaşatmak isteyen genç kadınlar, kızlar ve çocuklar avluya kurulan Leyliye binerek bayram süresince gönlünce eğlenirdi. Leylinin sahibi mahallenin Leylici Eliya Abla dediği orta yaşlı bir kadındı.
Leyli geleneğinin tarihi Siverekte çok eskilere dayanıyor. Bu gelenek halen devam ediyor mu etmiyor mu bilemiyorum? Bizim zamanımızda Leyliler bayram heyecanına heyecan katar ve hemen hemen her mahalleye bir Leyli kurulurdu. Hatta bazı alanlarda birbirine yakın birden fazla Leyli kurulduğu olurdu. Şimdiki kuşakların bilmeme ihtimalını göz önünde bulundurarak Leylinin ne olduğunu biraz açayım.
Leyli, kadın ve çocukların bayram günlerinde eğlenmek amacıyla binip sallandıkları bir nevi salıncaktır. Leyli düzeneğini kurmak için mesafesi üç dört metreyi bulacak şekilde karşı karşıya iki ağaç birbirine monte edilir ve bu ağaçların üstüne uzunlamasına üç dört metrelik bir direk yatırılırdı. Yerden yüksekliği üç metreyi bulan bu uzunca direğin iki noktasına zincirlerle bağlanan dörtgen şeklinde, beş altı kişinin binebileceği genişlikte tahtadan yapılmış bir kasa asılırdı. Genç kızlar ve kadınlar bu salıncakta sallanarak keyifli dakikalar geçirirdi. Huzursuzluk çıkarırlar diye Leylinin kurulduğu avluya on yaş üzeri erkek çocuklar alınmazdı.
Leylinin idaresi Eliya Ablanın kontrolünde olurdu. Kadınlar cüzi bir para karşılığında Leyliye binerdi. Parası olmayanlar veya para ödemek istemeyenler evden getirdikleri birkaç adet bayram çöreği karşılığında Leyliye binerlerdi.
Leyliye bazen iki, bazen dört ve bazen de daha fazla kişi binebiliyordu. Binenler eşit şekilde karşı karşıya geçer, Leylinin zincirlerine tutunur ve başlarlardı sallanmaya. Başlarına bir iş gelmesin diye çocuklar daha çok Leylinin ortasına oturtulurdu. Leyli bir ileri bir geri sallandıkça ve yükseğe doğru tırmandıkça ortalığı kadın ve çocuk çığlıkları çınlatırdı. Sallanma süresi Eliya Ablanın insafına ve sıranın kendilerine gelmesini bekleyenlerin sayısına bağlıydı. Sırada bekleyenlerin sayısı fazla olunca da Leyliye binmeleri ve inmeleri bir oluyordu. Ama sırada bekleyenlerin sayısı az olursa, bu salıncakta uzun süre sallanmak demekti.
Leylinin kurulduğu avlunun içinde bütün bunlar yaşanırken dışarda başka bir heyecan yaşanırdı. İçeriye alınmayan gençlerin ve içerde canı sıkılan çocukların eğlenmeleri için evin önündeki boş alanda başka aktiviteler vardı. Örneğin yaşlı bir amcanın kol yardımıyla döndürdüğü bir makineden sessiz sinema izletirdi gençlere. Bayram harçlığından amcanın eline on kuruş tutuşturanlar bir eliyle sol gözünü kapatır, diğer gözüyle makinenin ön kısmında bulunan bir delikten ayaklı sandıktan yalancı sinema izlerdi. Nefesini tutan çocuklar makinenin içinde dönen makaradan insan, tabiat, hayvan ve uçsuz bucaksız deniz manzaraları izlerken hayret eder, yüzleri renkten renge girerdi.
Çocuklar sinema niyetine siyah beyaz fotoğraflara bakarken makinenin kolunu döndüren yaşlı amca Gelin gelin sinemaya gelin! Yılmaz Güneye gelin, Ayhan Işıka gelin! diye bağırıp dururdu. Kendilerini yalancı sinemanın tılsımına kaptıran saf ve masum çocuklar hangisi Yılmaz Güney, hangisi Ayhan Işık bilmeden sırasını savuştururdu.
Alanın başka bir köşesinde, kalabalığın içinde dolanan bir çocuk cep harçlığını çıkarmak için Kent sakızı satardı. Sattığı sakızın kalitesini herkese kanıtlamak isteyen çocuk avurtlarını şişire şişire ağzındaki sakızı balon yapıp patlatırdı. Bir başka çocuk satıcıya yanaşır Sakız çekiştirelim mi? diye sorardı. Satıcı çocuğun evet demesi durumunda oyuna başlanırdı.
Sakız çekme veya çekiştirme bahsi oldukça heyecanlı ve eğlenceli olurdu. Kent marka sakızın ambalajı içinde tanınmış bayan artistlerinin resimleri bulunurdu. Hatırladığım kadarıyla sakızların içinde Yeşim Yükselen, Selda Alkor, Fatma Girik, Türkan Şoray, Esen Püsküllü, Tijen Par, Hülya Darcan, Ajda Pekkan ve daha pek çok kadın artistin fotoğrafı çıkardı. Her fotoğrafın arkasında farklı bir numara yazılıydı. Yine hatırladığım kadarıyla en yüksek rakam Fatma Girike aitti. Numarası 85ti. Yeşim Yükselen in 71, Selda Alkorun 64, Türkan Şorayın 52, Esen Püsküllü nün 41, Tijen Parın 44, Hülya Darcanın 83, Ajda Pekkanın 44, Mine Soleyin 57, Semiramis Pekkanın numarası ise en düşük en numara olan 37 idi.
Sakız çekişmesi bahsi sakız satan kişiyle oynanabileceği gibi bir başkası ile de oynanabiliniyordu. Bahis oynayacak kişiler sakız satandan iki sakız alır, onları arkasına götürür, görünmeyecek şekilde avuçlarında gizler ve seçmesi için karşısındakine sunardı. Taraflardan birisi sakızlardan birisini seçerdi. Sakızların içindeki artist resmi usulca çıkarılır ve resmin arkasında yer alan rakama bakılırdı. Yüksek rakamı çeken çocuk karşısındakini yutmuş olur ve böylelikle sakızı kazanmış olurdu.
Bunun dışında alanın bir iki yerinde gençlerin onlarca defa tekrar tekrar okuduğu ve artık bıkma noktasına geldikleri resimli kitaplar satılırdı. Gereğinden fazla okunduğu için iyiden iyiye yıpranan Teksas Tommiks kitapları meraklılar tarafından gene de alıcı bulurdu.Bazı çocuklar ise kitapları birbiriyle değiştirip okunmamış yeni kitaplar edinirlerdi.
Leylinin kurulduğu evin tam karşısında iğneci Şehmus Çobanoğlunun evi vardı. Siverekte herkes onu İğneci Şéxo olarak bilir, tanırdı. Eşi Emine Abla -ki herkes ona EMKO derdi- iğne yaptırmak için evlerine gelen hasta ve hasta yakınlarına hizmette kusur etmezdi. Şexo Amca kısa boylu, hoş sohbet birisiydi. Sohbet ve konuşmasını esprilerle süslerdi. Siverekin en iyi tanınan iğnecilerden sayılırdı. Hastası olanların ilk aklına gelen o olurdu. İğne yapmak için onun muayene olarak kullandığı küçük bir odası vardı. Köyde akrabalarımdan birileri hastalanınca onları iğne yaptırmak için Şéxo Amcanın evine genellikle ben götürür getirirdim. Bu yüzden evinin yabancısı değildim.
Şéxo Amca sadece kendi evinde iğne yapmakla kalmaz, aynı zamanda evlere de giderdi. Siverekte hasta ve hastalıklardan geçilmediği için İğneci Şéxonın boş zamanı neredeyse hiç olmazdı. Elinde küçük çantası gün boyu oradan oraya koşturup dururdu. İğnecilik onun geçim kapısıydı. Şéxo Amca evine gelen hastalardan farklı, ayağına gittiği hastalardan ise farklı ücret alırdı.
Şexo Amcanın Yasemin adında, benim yaşımda bir kızı vardı. İlkokulda sınıf arkadaşımdı. İnce, uzun boylu ve uysal birisiydi. İlkokuldan sonra okula devam etmedi. Yanılmıyorsam daha sonra amcasının oğlu Mustafa ile evlendi ve çoluk çocuğa karıştı. Yaseminin erkek kardeşleri vardı, ama isimlerini hatırlamıyorum.
Şéxo Amcanın Remo isimli kendisine tıpa tıp benzeyen bir kardeşi vardı. Kaleboğazında berber dükkânı işletiyordu. Yanılmıyorsam bu iki kardeş ikizdi. Remonun Mustafa ve Mahmut adında iki oğlu vardı. Mahmut ile ilkokul, ortaokul ve lisede sınıf arkadaşıydık. Mahmut okula gitmenin yanı sıra dükkânda babasına yardımcı oluyordu.
İğneci Şéxonun evinin sol tarafında soyadı Dörtkardeş olan bir aile oturuyordu. Bu ailenin ilkokulda öğretmenim olan Mehmet Dörtkardeşle yakın bir akrabalığı vardı. Ailenin Mahmut isminde bir oğlu ve Rukiye isminde bir kızı vardı. İkisi de ilkokulda sınıf arkadaşımdı. Bildiğim kadariyle her ikisi İlkokuldan sonra eğitimine devam edemediler.
Devam edecek..
Kadir Büyükkaya
FACEBOOK YORUMLAR