Kadir BÜYÜKKAYA

Kadir BÜYÜKKAYA

[email protected]

ARKADAŞIM HALİT - 13. BÖLÜM

22 Nisan 2017 - 08:02

 


Zin-a Şeyh kefıranların tam karşısındaki caddede Abbas-é Mirseydan ailesi oturuyordu. Abbas Amca baba mesleği kaçakçılıkla uğraşıyordu. Suriye’den temin ettiği çay, kahve,  ceket, yelek vs. şeyleri Siverek ve çevresinde satarak geçimini sağlıyordu. O henüz kırk günlükken babası 1920 yılında Kurtuluş Savaşı sırasında Kırvar aşireti saflarında Fransızlara karşı çatışırken yaşamını yitirmişti. Dolayısıyla abisi Seydo ile öksüz büyümüştü. Mirseydan ailesinin mahallemize ne zaman taşındıklarını tam olarak hatırlamıyorum. Ailenin boy boy çocukları vardı. Anneleri Sakine Yenge kısa boylu, açık tenli, herkesle iyi geçinen, sessiz ve kibar bir kadındı. Dört oğlu vardı; Bayram, Süleyman, Hasan Lütfü ve Mehmet Şerif. Bayram yaşıtımdı.  En küçükleri Mehmet Şerif yanılmıyorsam azıcık kekemeydi. Üç de yetişkin kızları vardı; Maide, Mevlüde ve Müzeyyen. Kızlardan birinin gözündeki aksaklık yüzünden, kimi çocuklar onun için “Bir gözünde bilye var“ diyorlardı.


 



Kendi halinde sakin bir hayat süren bu ailenin yaşamı bir sonbahar akşamı bir hadiseyle altüst oldu. Ailenin reisi Abbas Amca bir hayli eski olan evini yıkmış, yerine yenisini yaptırıyordu. Avlusu bulunan evin arka cephesine iki katlı bir ev, caddeye bakan ön cepheye ise küçük üç tane dükkân yaptırmıştı. İnşaat çalışması epey zaman almıştı. Dükkânların önüne yığılan kum tümsekleri biz çocukların oyun alanı haline gelmişti. Kum ve toprağı sağa sola dağıttığımız için Sakine Yenge haklı olarak azarlıyordu bizi. O zamanlar Ömerağa Camisi’nden Şair İbrahim Rafet İlkokulu’na kadar uzanan cadde üstünde topu topu birkaç eski dükkân vardı. Abbas Amca caddeye üç dükkân kazandırınca, caddenin önemi artacak ve canlılık kazanacaktı. Ama inşaata başlamak kadar bitirmek de kolay bir iş değildi. İnşaat demek para demekti. Abbas Amca elinde avucunda ne varsa taşa toprağa, kuma çimentoya yatırarak inşaatı toparlamaya çalışıyordu. Tek gayesi kış bastırmadan yeni evine yerleşip çoluk çocuğuyla mutlu bir yaşam sürmekti. Ne var ki kötü kaderi ona hayal ettiklerini yaşatmaya hiç de niyetli değildi. O çocuklarıyla birlikte geleceğe ilişkin güzel hayaller kurarken, bütün işi gücü tekere çomak sokmak olan hain Felek onlara acımasız bir oyun hazırlamakla meşguldü.


 


Sonbaharın son demleriydi. Ağaçlar yaprak dökeli epey zaman olmuştu. Evlerin saçaklarına yuva kuran kırlangıçlar büyüttükleri yavrularını yanlarına alarak kışı geçirecekleri alanlara göçmüşlerdi. Siverek semalarında dolanan karabulutlar kışın yaklaştığını haber veriyordu. Ara sıra yağan güz yağmurları insanlara ”elinizi çabuk tutun“ der gibiydi. Kışa yakalanmak istemiyordu Abbas Amca. İnşaatı toparlamaya çalışıyordu hâlâ. Sermayesi suyunu çektiği için dükkânların sıva ve takılmayan kepenklerini bahara bırakmıştı. Birkaç aydır devam eden yeni evin kaba işleri bitmiş, sıra evin toprak damına “LOĞ” dedikleri taşı çıkarmaya gelmişti. Abbas Amca elli-altmış kilo gelen bu silindir taşı yukarıya nasıl çıkaracağını düşünürken, aklına evdeki heybe gelmiş. Loğu heybeye yerleştirecek, sonra heybeyi kucaklayıp ağaçtan yapılmış bir merdiven yardımıyla evin damına çıkarabileceğini düşünmüş. Abbas Amca işe koyulduğunda Sakine Yenge “geliyorum” diyen tehlikeye dikkat çekmiş ama Abbas Amca aklına ve kuvvetine güvenerek onu ciddiye almamış ve heybedeki silindiri kucakladığı gibi merdivene yönelmiş.


 


Hafiften çiseleyen yağmur merdiven basamaklarını kaygan hale getirmiş, Abbas Amca attığı bir-iki adımda yaptığı işin doğru olmadığına kanaat getirse de başladığı işten vazgeçmeyi de gururuna yedirememiş, kucağındaki o ağırlıkla merdivenleri ağır ağır çıkmaya devam etmiş. Merdivenin ortalarına geldiğinde pusuda bekleyen ölüm meleği Abbas Amca’ya ölümcül çelmesini takmış. Abbas Amca’nın sağ ayağı bir sabun gibi kaygan olan merdiven basamağından kaymış birden. Onun sağa sola tutunmaya çalışması sonucu değiştirmeye yetmemiş. Başı dönmüş ve kucağındaki heybeyle aşağıya yuvarlanmış. Aşağıda kendisini izleyen Sakine Yenge’nin gözleri önünde yere çakılan Abbas Amca’nın bütün yaşamı birkaç saniye içinde gözlerinin önünden kare kare gelip gitmiş. Bu onun yaşama, çocuklarına ve sevdikleriyle olan son vedası, son bakışı olmuş.


 


Kucakladığı loğun altında kalmış ve ayrıca başından aldığı darbeden ötürü de yapılacak fazlaca bir şey kalmamıştı. Sakine Yenge’nin yürekleri dağlayan acı çığlığı bütün mahalleyi ayaklandırmaya yetmişti. Arkasından çocuklarının çığlıkları dağı taşı inletmiş. Çığlıkları duyan tüm mahalleli Abbas Amcaların evine koşmuştu. Eve ilk yetişenlerin arasında Mehmet-é Xec da Eboy ve Mahmut-é Paşay vardı. Mahallenin erkekleri ve caddeden geçen başka birileri gerekli müdahalede bulunmak için hemen kolları sıvalamışlar. Abbas Amca yaralı bir halde yerde yatarken, kapının önünde toplanan biz çocuklar olup bitenleri meraklı gözlerle izliyorduk. Abbas Amca’nın eski bir battaniyeye yerleştirilen baygın bedeni dört-beş kişinin yardımıyla sokak kapısından çıkarılırken ben iki-üç adım ötesinde onun hiçbir canlılık belirtisi göstermeyen yüzüne bakıp duruyordum. Abbas Amca’nın bir ayağında cizlavat ayakkabısı yoktu. Anlaşılan düşme sırasında ayağından fırlamıştı. Ayağındaki çorabı çamura, beyaz gömleği baştanbaşa kana bulanmıştı. Onu taşıyanlar bir yararı olacakmış gibi onu hastaneye ulaştırmanın telaşı içerisinde durmadan bağırıp çağırıyorlardı. Abbas Amca cipe taşınırken Sakine Yenge saçını başını yolarak “Gitme, bizi bir başımıza bırakma!” diye arkasından bağırıp duruyordu. Annesinin etrafında bir bu yana bir o yana koşuşturan çocukları çaresizlik içinde ağlayıp sızlıyorlardı. Onların bu yürek paralayan hallerini gören konu komşu gözyaşlarına engel olamıyor ve durmadan dövünüyorlardı.


 


Mahalleli Abbas Amca’nın evi önünde hastaneden gelecek mucize bir haberle sevinmeyi bekliyordu. Ne yazık ki yaşam devam ediyordu. Kimi insanlar da olup bitenlere aldırmadan telaşlı telaşlı sağa sola koşturmaya devam ediyordu.


 


Abbas Amca’nın ölüm haberi kısa bir süre içinde tüm şehre yayıldı. Her yerde onun ölümü konuşuluyordu. Ölüm haberini alan akrabalar, eş ve dostlar gruplar halinde Abbas Amca’nın evine akın ediyordu. Yeni tamamlanış olan evin avlusunda feryat figan ağlayan kadınların sesi arşa yükselince, evin saçağına konan serçeler ürküp başka yerlere kanat çırptılar.


 


Mahallemiz yasa boğulmuştu. Komşuluk hakkı adına evlerdeki radyo ve televizyonların üstüne perde çekilerek bir haftalığına tamamıyla susturulmuştu.Yüksek sesle bağırıp çağıran biz çocuklar büyükler tarafından azarlanıp susturulmuştuk. Düğün yapmaya niyetli olanlar düğünlerini başka bir zamana ertelediler.Mahallemizin kadir kıymet bilen sakinleri dayanışma ve yardımlaşma amacıyla Abbas Amcaların evine yemek yetiştirmek için birbiriyle yarıştılar.Abbas amcanın kaybından kaynaklanan acı ve hüzünden mahallede oturan herkes payına düşeni fazlasıyla almıştı.


 


Abbas Amca toprağa verildiğinde takvimler 27 Kasım 1968 ‘ı gösteriyordu. Günlerden çarşamba idi. Yaşlılar “Abbas kara çarşambaya kurban gitti” diyorlardı.Siverek Kalesi’ne yağmur yağıyordu.Delucan kuşları uzun uzun kanat çırptılar Siverek semalarında.Siverek Çarşısı’nda Abbas Amca’nın zamansız ölümü ve ondan geriye kalan anılar konuşuluyordu. Binbir umut ve sevinçle temeline kazma vurulan ve daha yeni tamamlanan evin çatısı altında mütevazı bir kadın çocuklarıyla birlikte kaybettikleri bir insana ve geleceklerine ağlıyordu. Abbas Amca bir koca ve bir baba olarak yapacağını yapmış ve çekip gitmişti bu dünyadan. Onun hayalini kurduğu hayatı yaşamaması ve zamansız gitmesi sevenleri tarafından kabul görmese de, zaman bunu herkese kabullendirecekti. Abbas Amca’nın babası “Vatan savunması ” diyerek Urfa önlerinde yaşamını yitirmiş ve arkasından yetim çocuklar bırakmıştı. Abbas Amca da tıpkı babası gibi ardından yetim çocuklar ve dul bir kadın bırakmıştı. Çocuklarının da hayalleri tuz buz olmuştu.


 


Belası kadası bol bizim bu kadim coğrafyada hangimiz, hangi hayalimizi tam olarak yaşayabildik ki! Çok bilenlerimiz Abbas Amca’nın nazara geldiğini söylediler bize. Öyle ya Siverek ortamında toprak damlı iki katlı bir ev yaptırmak, dahası evin önüne bir de tamı tamına üç dükkân kondurmak her babayiğidin harcı değildi. Üstelik Sakine Yenge nazardan korunmak için evin kapısına bir baş sarımsak ve eski bir nal takmayı da ihmal etmişti. Bu yüzden gözü çıkası kem gözler Abbas Amca’nın ocağına incir ağacı dikmişlerdi.


 


Annem ve birçok komşu kadın bu olaydan ders çıkararak yeni ev yaptırdıklarında, yaptıkları ilk iş evlerinin kapısına hem de en irisinden bir sarımsak ve eski bir nal asmak olmuştu. Abbas Amca’nın ölümünden kısa bir süre sonra babam bize iki odalı bir ev yaptırdı. Ev biter bitmez de annem kapımıza eski bir nal ve kocaman bir sarımsak asarak nazara karşı bizleri korumaya almıştı. Annem bu tedbiri almış olsa da biz yine de -ana, baba, bacı kardeş- savrulduk dünyanın bir köşesine. Annemin geleceğe ilişkin hayal ve özlemleri Hollanda’nın Nijmegen şehrinde bir hastane odasında toza dumana karıştı. Geleceğe ilişkin istem ve arzularımız savrulduğumuz Hollanda’da bir çırpıda buharlaşıp yok oldu. Anlaşılan bizler toplum olarak dünyaya ayak bastığımız o ilk gün nazara gelmişiz. Kapılarımıza nal, soğan, sarımsak ve kafatası asmakla başımıza musallat olan bu nazardan ne yazık ki kendimizi kurtaramamışız. Nal ve sarımsağın şimdiye kadar yaramıza derman olmadığı, olamayacağı ortada. Bundan sonra olacağına da inanmıyorum.


 


Kasım 2016’da bir hasta ziyareti için gittiğim Siverek’te Abbas Amca’nın oğlu Hasan ile tesadüfen karşılaştım. Kendisine ait iş yerinde çay içip sohbet ettim. Sohbet sırasında kendisiyle eski günleri yâd ettik. O bana annemden, ben ona annesi Sakine Yenge, Abbas Amca ve kardeşlerinden söz ettim. Bir ara kendisine mahallemizin geçmişine ilişkin bir yazı dosyası üzerinde çalıştığımı söyledim. Çok sevindi. Babasının aklımda kalan ölüm tarihinden söz ettiğimde büsbütün şaşırdı. Otuz yedi yıl dışarda yaşayan birisi olarak kırk sekiz yıl önce meydana gelen olayların ayrıntılarından söz etmem ona oldukça tuhaf gelmişti.


 


Hasan Mirseydan kardeşim, savrulduğum bu uzak diyarlarda yüz yüze geldiğim en sıkıntılı anlarda çocukluğumdan bana yadigâr bu değerli anılarla avunduğumu nereden bilecekti?


 


 


Sakine Yenge’yi ve Abbas Amca’yı saygı ve rahmetle anıyorum.


 


Devam edecek...


 


 


Kadir Büyükkaya / Holland
[email protected]



Bu yazı 2781 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUMLAR

YORUMLAR

  • 0 Yorum